Türkiye'de insan hakları mücadelesi: ‚İnsanı koruyan kendi cesaretidir‘
Eren Keskin, avukat olarak 30 yıldan beri azınlık hakları için mücadele ediyor. Keskin, taz.gazete'ye kadın bir insan hakları savunucusu olarak verdiği mücadeleyi anlattı.
taz.gazete: Türkiye’de insan hakları savunucusu olmak nasıl bir şey?
Eren Keskin: Türkiye’de insan hakları savunucusu olmak kolay değil. Birçok İHD üyesi öldürüldü. İki kez silahlı saldırıya uğradım. Hâlâ tehdit alıyorum. Cezaevine girdim, bir yıl meslekten men cezası verildi. Şimdi ise Özgür Gündem gazetesiyle dayanıştığım için aleyhimde açılan davalar var, müebbet hapis istemiyle yargılanıyorum. Normal bir ülkede bir insan hakları savunucusunun başına elbette bunlar gelmez, gerekirse koruma sağlanır ve bunlar yaşanmaz. Tüm bunlara rağmen insan hakları mücadelesinden vazgeçmeyi hiç düşünmedim.
Korkmuyor musunuz?
Korkuyor insan. Yaşamımızı da buna göre ayarlıyoruz. Ama, korkuyu hayatının merkezine koyarsan zaten yaşayamazsın. Her şeye rağmen mutlu biriyim. Sevdiğim işi yapıyorum. Zamanımı sevdiğim şeyler için kullanıyorum. Bunun bir şans olduğunu düşünüyorum. Bankacı ve çok mutsuz olabilirdim. Bana göre bir insanı koruyan kendi cesaretidir. Karşındaki seni düşman olarak görse bile, cesaretinden ötürü saygı duyabiliyor. Kendinden vazgeçmemeli insan.
Türkiyeli Ermeni gazeteci. Özgür Gündem gazetesine uygulanan siyasi baskılar ve kapatma cezalarına tepki olarak 2006 yılında bu gazeteyi gönüllü olarak destekleyerek gazeteciliğe başladı. Türkiye’de çok kültürlülüğün korunması ve bu konuda farkındalığın geliştirilmesine yönelik özgün haberlere imza attı. Bir 'okul' olarak tanımladığı Özgür Gündem'in ardından Agos gazetesinde çalışmaya başladı. Türkiye’de halen bir tabu olan Ermeni sorunu, Ermeni Soykırımı konularının yanı sıra, ülkedeki azınlıkların karşılaştığı ayrımcı uygulamalar ve insan hakları ihlallerine ilişkin haberler, röportajlar yayımladı. İlerleyen dönemde Taraf gazetesinin politika servisinde editör olarak çalıştı. İnsan hakları ihlalleri, azınlık hakları ve çoğulculuğun korunmasına yönelik özgün haberler üretmeye devam ederek farklı tarihlerde gazetenin manşetini yazdı. 15 Temmuz 2016’nın ardından ilan edilen OHAL kapsamında Taraf gazetesinin yayın hayatına son verilmesiyle, gazetedeki görevi diğer personelle birlikte son buldu.
Korkmak konusunda bir anekdot anlatayım: 2001 yılında İHD İstanbul şubemize silahlı bir saldırgan girdi. Benim adımı bağırıyordu. “Neredesin, çık dışarıya, hepiniz yere yatın“ diye bağırarak ateş etmeye başladı. Arkadaşlarım beni yere yatırıp üzerimi sandalyeyle örttü. “Öleceğiz herhalde“ diye geçti aklımdan. Ama o sırada bile telefonla gazeteci arkadaşlarımızı arayarak silahlı bir baskın olduğunu haber veriyordum. Silahı tutukluk yapınca iri kıyım bir arkadaşımız saldırganı yere yatırdı ve üstüne oturdu.
Saldırgan bu kez, “Çekin şu şişkoyu üstümden, burası İnsan Hakları Derneği değil mi!“ diye bağırmaya başladı. Hepimiz gülmeye başladık. Olay duyulduktan sonra Uluslararası Af örgütünden bir kadın raportör geldi. Olan biteni kahkahalarla anlattık. Kadın, “Galiba hepiniz hastasınız. Psikolojik destek almalısınız,“ dedi. Bizi bir arada tutan bir dayanışma var ve bu yüzden psikolojik destek alma gereği duymadım.
Düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında önemli davalardan biri de Özgür Gündem davası. Hangi gerekçelerle açıldı? Hukuki bakımdan ne durumdasınız?
Özgür Gündem gazetesinin yayımlanmaya başladığı 1992’den beri avukatlığını yaptım. Gazete vasıtasıyla çok değerli insanlar tanıdım, bunlardan biri Musa Anter. Özgür Gündem, Musa Anter’den çocuk yaştaki dağıtımcılarına dek birçok çalışanı öldürülen bir gazete. Binası bombalandı. Birçok kez hakkında toplatma kararı çıkarıldı, kapatıldı, sürekli farklı isimlerle yayın yapmak zorunda bırakıldı.
Yıllar sonra dayanışma amacıyla künyede genel yayın yönetmeni olarak adımın yer alması önerildi. Ben insan hakları savunuculuğunu aynı zamanda ölülere borcumuz olarak da gördüğümden, bunu da Musa Anter’e, Ferhat Tepe’ye, Hüseyin Deniz’e ve yaşamını yitiren daha nicelerine karşı borcum olarak gördüm ve kabul ettim.
Adına “çözüm süreci“ dedikleri o zaman diliminde hiç dava açmıyorlardı. Sonra ansızın peş peşe davalar açılmaya başlandı. Artık her gün savcılıklara gidip ifade vermek zorundaydık. Üç yılın sonunda o kadar çok dava açılmıştı ki, künyede değişiklik yapılmasında hemfikir olduk.
Böylelikle dayanışma amacıyla farklı kişiler nöbetleşe yayın yönetmeni oldular. Ağustos 2016’da gazeteye yönelik yapılan operasyonun hemen ardından, yüzleri kar maskeli harekatçılar evime baskın düzenledi. Hakkımda yakalama kararı çıkarıldı ve savcılığa gidip ifade verdim. Yurt dışına çıkış yasağı konuldu ve her hafta karakola gidip imza atmak şartıyla serbest bırakıldım. Yargılama sürecimiz devam ediyor. Gazeteden dolayı bana açılan 140 dava var. Bunlardan 18’i Yargıtay aşamasında. Verilen para cezaları var. 7 buçuk yıl hapis cezası da var.
Saray’da adli yıl açılışına katılan hâkim ve savcıların Erdoğan’ın önünde cübbelerini ilikledikleri görüntüler servis edildi. Bu manzarayı eleştiren Özgürlükçü Hukukçular Derneği ile Çağdaş Hukukçular Derneği kapatıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Şu an Türkiye’de Özel Harp Dairesi’nin, Özel Harp devletinin heristeğinin gerçekleştiğine inanıyorum. Bunu sadece Saray’la ya da Erdoğan’la açıklamayı doğru bulmuyorum. Durumun bu kadar korkutucu hale gelmesi, Özel Harp Dairesi’yle Erdoğan’ın uzlaşmasının sonucudur. Bu aralar pek de bahsedilmeyen derin devlet, Özel Harpçılar, ya da kontrgerilla, gibi farklı adlarla da anabiliriz, yani gerçek devleti oluşturan bu yapının istediği her şey gerçekleşiyor.
Çünkü Erdoğan’la uzlaşmış durumdalar. Fakat bu uzlaşma çatlamaya başlarsa, giden Erdoğan olur. Devletin kemikleşmiş bu yapısı hiçbir yere gitmez. Böylelikle ülkedeki muhalefet de susturuluyor. Muhalif duruş sergileyince dernekler, vakıflar, gazeteler kapatılıyor. Cezaevinde yüzlerce gazeteci var. Akademisyenler işten atılıyor. Mal varlıkları ve banka hesaplarına el koymalar var. İnsanlar geçinmek için para kazanamıyorlar.
Yakın geçmişimizin kara lekesi olan 1990’larla şimdiyi kıyaslar mısınız?
1990’larda bölgede gözaltında kaybetmeler ve kontrgerilla cinayetleri yaygın bir yöntemdi. Birçok insan tek tek öldürüldü. Bugünse toplu halde öldürüyorlar. 1990’larda köyler yakılıyorken bugün şehirler yakılıp yıkılıyor. Hâlâ cenazelerini alamayan aileler var. 1990’larda yazdığımız bir yazıdan ötürü soruşturma açıldığında, “radikal“ sayılabilecek ifadelerle savunmamızı yapıp zapta geçirtebiliyorduk.
Davanın Yargıtay aşaması sonuçlanana, ceza kesinleşene dek hapse girmiyorduk. Fakat şimdi, insanlar daha baştan, ifade vermeye gittiği an tutuklanıyorlar. Ceza verilmeden cezaevine konuluyorsun. İfade özgürlüğü açısından 1990’lardan daha kötü durumdayız. 1990’larda hükümet ve derin devlet bu kadar iç içe geçmiş durumda değildi. Ama şimdi hükümet tamamen her işin içinde. Bu bakımdan şu an, 1990’lardan daha korkutucu. Olağanüstü Hal (OHAL) gerekçesiyle yaptıkları hiçbir şeye itiraz dahi edemiyoruz.
Avrupalı siyasetçilerin eleştirel tutumunu yeterli buluyor musunuz? Eleştiri söz konusu olduğunda Erdoğan’ın göçmen krizini gündeme getirmesi nasıl yorumlanabilir?
Avrupa, Türkiye’yle pek çok sözleşmenin altına imza attı. Türkiye, taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İstanbul Sözleşmesi, Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi'ne aykırı davranıyor. Türkiye’den, imzaladığı sözleşmelere uymasını talep etmiyorlar. Sığınmacılar üzerinden ahlaksızca bir alışveriş yürütüyorlar.
■ Eren Keskin, sadece bir insan hakları avukatı değil, cesaretiyle pek çok avukata ilham kaynağı olan bir insan. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’nun kurucusu, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı. Cumartesi Anneleri, Ermeni Soykırımı anmaları, Onur Yürüyüşü, siyasi davalarla özdeşleşen bir yüz oldu.
Hayatı boyunca şiddete karşı durmasına rağmen son dönemde “terör örgütü üyeliği“ ve “terör propagandası“ iddialarıyla hakkında 140 tane dava açıldı. Yurt dışına çıkış yasağı konulan, pasaportu iptal edilen, müebbet hapis istemiyle yargılanan Eren Keskin, kaldırılması için kampanyalar düzenlenen meşhur 301. maddeden de hapis cezası aldı. Onunla dayanışmak için Af Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar, kampanyalar yürütüyor.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!