taz.gazete'nin vedası: Hoşça kalın
taz.gazete, üç buçuk yılın ardından yayın hayatına son veriyor. Meslektaşlarımıza, okurlarımıza ve bağışçılarımıza teşekkürlerimizi sunarız.
Sevgili okurlar,
taz.gazete olarak 19 Ocak 2017 tarihinde yayına başladığımızda darbe girişiminin hemen ardından ilan edilen olağanüstü hâl devam etmekteydi. Gazeteler kararnamelerle kapatılırken basın özgürlüğü ve temel insan hakları baş döndürücü bir hızda kısıtlanıyordu.
taz.gazete, bu duruma seyirci kalmak istemeyen taz ve taz Panter Vakfı'nın desteğiyle kuruldu. Bizler, Türkiye’de risk altında gazetecilik yapan meslektaşlarımıza dayanışmak ve onların yaptıkları eleştirel yayınlara destek olmaya çalıştık. Siteyi açmamızın ardından sayısı bugün 700’e ulaşan araştırma, haber, söyleşi ve röportaj yayımladık. Hem Türkiye'den hem de Almanya'dan gazeteci ve yazarlarla birlikte çalıştık. Başlangıçta bir yıllığına planlanan bu proje, üç buçuk yıl sürdü. Ancak artık veda zamanı geldi.
Projemiz artık sona erse de, Türkiye'deki durum daha iyiye gitmiyor. Geçtiğimiz hafta, Ayasofya’da 86 yıl sonra ilk defa Cuma namazı kılındı. Muhalif seslerin hala duyulabildiği bir alan olan sosyal medyayı kontrol altına almak amacıyla yeni bir internet düzenlemesi yasalaştı. Suriyelilere karşı ırkçılık git gide artarken, mülteciler ülkenin kıyılarında boğulmaya devam ediyor. 27 yaşındaki öğrenci Pınar Gültekin ve daha pek çok kadın, erkekler tarafından öldürülmeye devam ediyor. Tam da bu esnada, kadın haklarını güvence altına alan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi tartışılıyor. 2023 seçimlerini kaybetmekten korkan Erdoğan ise, kadın cinayetleri üzerine söz söylemek yerine, yalnızca iki yıl önce devreye sokulmuş olan yeni seçim sistemini tekrar değiştirebileceklerinin sinyallerini veriyor.
Yalnızca geçtiğimiz birkaç hafta içinde meydana gelen olaylara bakıldığında, Almanya’da başlatılmış taz.gazete gibi bir gazetecilik projesinin Türkiye’deki demokrasiyi güçlendireceğini düşünmek gerçekçi olmazdı. Fakat taz.gazete yine de önemli bir projeydi: İşinden olan gazeteciler için bir temas alanı ve Almanya’ya yakın zamanda göç etmiş insanlar için bir referans noktasıydı. Türkiye’de demokrasiye dair her şey sistematik bir şekilde tahrip edilirken, taz.gazete her demokrasinin temel taşlarından olan basın özgürlüğünü desteklemek için çalıştı. Proje sona erse de mücadele devam ediyor.
Türkiyeli meslektaşlarımıza, okurlarımıza ve bağışçılarımıza, Konny Gellenbeck ve taz Panter Vakfı’na, ilk proje müdürümüz Fatma Aydemir’e, projenin geliştirilmesine katkı sunan Martin Kaul’e, Ebru Taşdemir’e, burada ismini yazmadığımız tüm ekibe ve çevirmenlerimize teşekkür ediyoruz. Hoşça kalın!
taz.gazete
Almancadan çeviren: Özge Karlık
Hapisten yazılan son köşe yazısı
İki yıl önce taz.gazete'nin bana bir köşe ayıracağı haberini aldığımda nasıl sevindiysem, Türkçe servisinin kapanması nedeniyle bir veda yazısı yazmam istendiğinde de o kadar üzüldüm. Bir veda yazısı yazmanın tutuklu bir gazeteci için ne anlama geldiğini anlatabilmek benim için kolay değil. Hem de şimdi, havalandırmaya çıktığım avluda on bir adım atıp geri dönmek zorunda kalırken, veda etmek üzerine düşünmek gerçekten çok zor.
Ayrılığın acısı, işsiz kalmanın boşluğu bir yana, bu veda, gazeteciliğin „virüs“ gibi görüldüğü bir ülkede solunum cihazını kaybetmek gibi. taz.gazete'nin bana sunduğu bu dayanışma fırsatına 2018 Mayıs'ında, tutukluluğumun 750. gününde iken kavuşmuştum. Tükenmez kalemle yazdığım yazılara dair ilk eleştiri ve tepkileri almak için bu kağıtları duvarların ve tel örgülerin üzerinden yan hücrelere atar ve oradakilere okuturdum. Daha sonra Avrupa'nın farklı ülkelerinden gelen mektuplar benim için teşvik edici oldu. Ailem, avukatlarım, tahliye olan diğer mahpuslar ve güvercinler eliyle Almanya'ya ulaşan bu yazıların cezaevi yönetimi tarafından „sakıncalı“ bulunmaması için konu ve kelime seçimlerinde hep „titiz“ davranmak zorunda kaldım.
Bana göre bir gazeteci öncelikli olarak başını koyacak yastığı olmayanların sesi ve nefesi olmalıdır. taz.gazete benim için bu cezevi sürecinde hem bir yastık hem de gür bir ses oldu. Güdümlü yargının dayattıklarının yazgımız olmadığına dair umudumu ayakta tuttu. Bunu sakın küçümsemeyin, zira umut, hapishanede ekmek ve sudan önce gelir.
Görüp görebileceğim en anlamlı destek için taz ailesine ve okurlarına şükran borcumla birlikte sevgi ve selamlarımı sunarım. Bu veda yazısının peçesinin altında, bir teşekkürden çok daha fazlası, derin bir minnet var. Sizleri çok arayacağım. Umutla, dirençle...
Nedim Türfent
Çevirinin zorluğu ve güzelliği
taz.gazete dil ve ülke sınırlarını aşan bir projeydi. İki ayrı ülkeye yönelik olarak iki ayrı dil ile çalışmak hem zor hem de güzeldi. Bir kere epey emek sarf etmek gerekiyordu. Bu, bir fikrin Berlin’den yola çıkıp İstanbul’u, Ankara’yı ya da Diyarbakır’ı kat edip yeni bir şekle girerek geri dönmesi manasına geliyordu. Ardından kelimeler ve tamamlanmamış cümleler üzerine fikir teatisi başlıyordu. Çünkü çeviri sözlükteki kelimelerden ibaret değildir. Çevirinin sonunda her daim bir boşluk kalır. Güzelliği de buradadır. Anlam kaymaları ve Almanca’da bağlamı tasvir etmeksizin kullanılınca boş göstergelere dönüşen, açıklanması gereken kavramlar vardır.
20 yaşında Türkçe öğrenmeye başlayan biri olarak bu boşluklar beni hep heyecanlandırmıştır. Çünkü, bahsi geçen bu boşluklar yeni bir anlamlar dünyasının kapılarını aralar. Bazı ifadeler bu dillerin birinde tek kelimeyle anlatılabilirken, diğerinde bu durum için kullanılabilecek bir sözcük dahi yoktur. Örnek olarak Fernweh (Uzak diyarlara duyulan özlem) ya da kolay gelsin (Almanca’daki en yakın anlam Frohes Schaffen’dir) kelimelerini verebiliriz. Diğer bazı kelimelerde anlamın derinliği ya da tınısı çeviride kayboluverir. Türkçe’de kimseye 12 Eylül’ü açıklamanız gerekmez. Mücadele kelimesi Türkçe’de politik olarak sol düşüncenin olumlu çağrışımlarıyla yüklüdür ve kadın, emek ve LGBTİ+ gibi mücadele alanlarına tekabül eder. Bu kelimenin Almanca karşılığı olan Kampf’ı ise tekil formda kullanmaktan hoşlanmayız.
Kulağa önemsiz geliyor olabilir ama değil. Sözcüklerin anlamı üzerine aynı anda iki dilde birden düşünmek bakış açısını genişletir. Doğru kelimeyi bulmak politik bir karardır. Çeviri yapan herkes bilir ki her zaman en az iki bakış açısı mevzu bahistir. Ve çevirmen dilinin ucuna geliveren şeyi sorgular. Redaksiyon sayısız soru sorar. Okur neyi anlar, neyi anlamaz? Editörler olarak Türkiye’deki atmosfere dair ne biliyor, nasıl bir rol üstleniyoruz? Metinlerle haşır neşir olmak bize geçerli yegâne gazetecilik biçimi olmadığını ve haberciliğin esasen çalışma koşullarıyla şekillendiğini gösteriyor. Ve bu koşullar Berlin’deki rahat ofisimize kıyasla Türkiye'de tamamen farklı.
taz.gazete Türkiye’deki meslektaşlarıyla dayanışma, eleştirel seslere alan yaratma ve Almanya ile Türkiye arasındaki politik ve toplumsal olaylara yeni perspektiflerle bakabilmeyi amaçladı. Kimi zaman başarılı olduk, kimi zaman da başarısız. taz.gazete, bilhassa da başarısız olduğumuz anlarda çok şey öğrendiğim bir tecrübeydi. Bu, tartışmaya açık ve her zaman dayanışmacı bir ekip ve çalışmalarına çok saygı duyduğum Türkiyeli meslektaşlarımız sayesinde gerçekleşti. taz.gazete’den geriye kalan, bir süreliğine de olsa yarattığımız küçük farktır. En azından böyle olduğunu umuyorum.
Elisabeth Kimmerle
Almancadan çeviren: Özge Karlık
Gazeteciliğin geleceği ulusal sınırları aşıyor
Türkiyeli aşırı sağcılar, Haziran ayında Viyana'da solcu bir kültür merkezine saldırdı. Neyse ki Ernst-Kirchweger-Haus’un kapıları sağlam bir şekilde kilitlenmişti. Aksi halde, kötü olaylar yaşanabilirdi. Aynı aşırı sağcı grup, daha önce de Kürtlere ve solculara da saldırmıştı.
Bu olayı takip eden günlerde, Avusturya gazeteleri “Türk-Kürt çatışması“ haberleriyle doluydu. Göçmen mahallesi Favoriten’de baş gösteren bu şiddet olayını ortaya çıkaran sebeplerin Avusturya’dan değil de Türkiye’den kaynaklandığı fikrinde ısrar eden, sadece bulvar gazeteciliği değildi. Viyana Favoriten bölgesi, dışarıdan ithal edilmiş bir çatışmanın simgesi haline geldi. Ne büyük bir yanılgı!
Konuya dair pek çok köşe yazısının ve röportajın yayımlanmasının ardından, Viyanalı siyaset bilimci İlker Ataç kendi çözümlemesini dile getirdi. Argümanı şuydu: Ağ tabanlı, mobil, uluslarüstü bir dünyada politikayı hep ulusal bir fenomen olarak düşündüğümüzden, aslen ne olup bittiğini anlayamıyoruz. Bu ihtilafa taraf olanlar sadece Avusturya doğumlu kişiler değildi. “Türk-Kürt çatışması,“ Türkiye devletinin on yıllardır süregelen otoriter tavrının bir sonucu olmasının yanında, global dünyanın ekonomi politiğinin de bir parçasıdır. Ve bu çatışma, Avrupa devletlerinin bugüne dek kendi çıkarlarını korumak adına bu tavra tolerans göstermesi nedeniyle Viyana’da ortaya çıkmıştır. Avusturya da Almanya da bu devletler arasındadır.
Tüm bunların taz.gazete ile ne ilgisi var? Çok fazla ilgisi var. taz.gazete tam da Ataç’ın eksikliğini duyduğu şeyi yaptı; politikayı sadece “Türk“ ya da “Alman“ politikası olarak isimlendirmedi. Bilakis, uluslarüstü bir bağlamda ele aldı, tartıştı ve aktardı: AB ile Türkiye arasındaki Mülteci Anlaşması ve buna bağlı daha katı hale getirilen sınır rejimi; Alman şirketlerinin de büyük kârlar elde ettiği yeni İstanbul Havalimanı Projesi; her iki devletin parlamento seçimleri öncesinde diplomatik gerilimlerin harekete geçirilmesi; Türkiye’deki darbe girişimi ve takiben Almanya’ya toplu göçün başlaması veya bir zamanlar ebeveynleri Almanya’ya misafir işçi olarak gelmiş kişilere karşı yöneltilen ve hala gündelik hayatı şekillendiren ırkçılık.
taz.gazete projesi, bu haliyle, bir bakıma herkesin üzerinde konuşup durduğu geleceğin gazeteciliğinin bir ön provasıydı. Bahsi geçen bu gelecek sadece dijital değil, aynı zamanda uluslarüstü ve hatta belki de ulus-sonrasıdır. Havalı geldiği için böyle söylemiyoruz; ulusal olanın önemini yitirdiği bir zamandayız. Bu yüzden taz.gazete Almanya’daki göçmen yayıncılık tarihinin önemli bir parçası oldu. Ve kendinden önce gelen nice başka örnekler gibi taz.gazete projesi de nihayete erdi. Bu proje ile zamanın biraz ötesinde bir çalışma yaptığımızı söylemek mümkün. Artık muhtemelen birkaç yıl daha „dışarıdan ithal edilmiş“ çatışma haberlerini okuyacağız.
Volkan Ağar
Almancadan çeviren: Özge Karlık
Bir nefes kadar kısa
“Berlin’de yaşayan kimsenin gerçek bir işi yok galiba.“
İstanbul’dan tanıdığım birinin bu sözlerini duyunca şaşırmıştım. Demek dışarıdan böyle görünüyordu. Halbuki Türkiye pasaportuna sahip birinin Almanya’da “gerçek bir iş“ yapmadan nefes alması bile mümkün değil. Evlilikle oturum almayanların ülkedeki varoluşu tamamen işine bağlı. Çünkü bu ülkede her göçmenin değeri, devlete ödediği vergi kadar. Vergini ödüyorsan, uslu ve cici bir göçmen olup siciline geçecek bir ceza almazsan, ırkçı patronunla kavga edip işten atılmazsan oturumun bir yıl daha yenilenir. Oturumunu yenilemeye gittiğinde ise pek çok soruyla karşılaşırsın: „Maaş bordrolarını görelim, hmm, bu biraz az değil mi Frau Tetik? Bu kadar az kazanan gazeteci de görmemiştim doğrusu; ha ha ha.“
Almanya’da iş kontratları göçmenler için bir sınırdışı edilmeme belgesi aynı zamanda. Kurduğun hayattan koparılmanı engelleyecek güçteki tek belge. İş yerinde mobbing mi var? Aman ses çıkarma, nasılsa senin gibi iş bekleyen çok göçmen var, seni atarlar sonra. Irkçılıkla mı karşılaştın? Gülümse ve geç. Erkeklerin çok olduğu bir departmandasın ve tacizler bitmiyor mu? İnsan kaynakları Almancanı anlamadığı ya da anlamıyor gibi yaptığı için bir türlü şikayette bulunama, moralin çöksün, vazgeç. Boşver. Önemli olan iş kontratın. Yeter ki ona zeval gelmesin.
Göçmen umduğu değil bulduğu işte çalışır. Ana dili Türkçe, işi yazmak olan birinin seçenekleri bu dilin gayet yaygın konuşulduğu Berlin’de bile çok kısıtlı. Türkiye’den göç etmek zorunda bırakılan gazeteciler, araştırmacılar, yazarlar için Türkçe yazabilmek ve işini yapmaya devam edebilmek çok zor. Bu yüzden yolumun taz.gazete ile kesişmesi ayrıcalıklı bir sürprizdi. Gazete, bu kadar çok göçmenin yerleştiği Almanya’ya belki de oldukça geç geldi. Geçici bir proje için uzun sürse de, doldurduğu boşluk açısından bir nefes kadar kısa kaldı. Bu sürede bile hem Almanya’da hem Türkiye’de yazmaya, anlatmaya devam eden onlarca insan için alan açtı, kadın ve LGBTİ+’lara özneliklerini koruyarak yer verdi. Bu kez bulduğum değil, umduğum bir işin parçası olma ayrıcalığını Almanya bile elimden alamadı. Çünkü her şeye rağmen bazı işler bir kontrattan çok daha fazlası oluyor.
Burçin Tetik
Kim ne üzerine yazıyor?
Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu daima meşakkatli olmuştur. Fakat özellikle 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından rejimi eleştiren gazetecilerin durumu oldukça zorlaştı. Pek çoğu Almanya’ya göç etti ve 2017 yılına girdiğimizde muhtelif Almanca-Türkçe haber portalları yayın hayatına başladı. Kökenleri Türkiye’ye dayanan pek çok medya mensubu gibi ben de, bilhassa 2013’teki Gezi protestolarından beri süregelen politik olayları Avrupa Birliği sınırındaki tatil bölgesinden takip ediyordum. Bu nedenle, projenin fikir sahibi Fatma Aydemir bu iki dilli çalışmada beraber çalışmayı teklif ettiğinde, ikna edilmeye pek fazla ihtiyaç duymadım.
taz.gazete’de yer aldığım iki yıl heyecan verici bir zaman dilimiydi. Bunun nedeni yaptığımız işin hem güçlendirici hem de zorlayıcı olmasıydı. Başlangıcında kadınların çoğunluğunu oluşturduğu bir ekiple, kültürel çeviriyi daima yayın ilkesi edinerek ele aldığı alternatif konular itibariyle taz.gazete, her açıdan, beyaz Alman editör çoğunluğunun alışageldiği yayıncılığın tersini icra etti. Ekip olarak öfkeli AKP’li politikacıların attığı tweetlere kılıfına uydurarak çeviri yapmak zorunda kalmaksızın eğlenmek özgürleştiriciydi. İşin her şeyden daha can sıkıcı olan tarafı ise “Türkçe redaksiyon“ sürecinde içeride ve dışarıda nadiren fark edilen beklentileri tartışmak ve etnik klişeleri alışıldığı şekliyle sunmayı reddetmek zorunda kalmamızdı.
Fakat en ilginç deneyimlerden biri, iktidar yapılarının ve ayrıcalıkların her daim aynı şekilde işlediğini görmekti. taz.gazete’nin Berlin redaksiyonu yapısal ırkçılık üzerine büyük tartışmalar yapıp, çevirinin ve yayına hazırlığın uygunluğu üzerine birlikte düşünürken, İstanbul’dan Kürdistan’a diğer meslektaşlarımız, baskı ve insan hakları ihlallerine maruz bırakılarak tutuklanma tehdidi altında olduklarını bildiriyordu.
Sözde iltifat sayılan “ama çok iyi x konuşuyorsun“ ve ırkçı soruların en babası olan “nereden geldin?“ ile açığa vurulan, bir anda ayrıcalıklı hale gelme ve Almanca bilen kişi olma deneyimi beyaz Türk çoğunluğun nezdinde de rahatsız edici olabiliyor (cahil Anadolulu muhafazakar çiftçi klişesi ve bu klişenin güncel versiyonları sadece Almanya’da var olmaya devam etmiyor). Ancak bu durum, başka tartışmaları görmeye de yardımcı oldu.
Kimin ne üzerine yazdığı süregelen bir tartışma konusudur. taz.gazete gibi projeler, deneyimlerden ve politik tavırdan azade bir „gazeteci nesnelliği“ iddiasının, bilhassa ayrıcalıklı kesimin bize anlattığı masallardan ibaret olduğunu gösteriyor. Nefes alan ve düşünen herkesin bir tavrı var. İdeal olan, bu tavrın ne olduğunun farkında olmaktır. Gazetecilik tavır almayı gerektirir. Dayanışma bir tavırdır. taz.gazete, dayanışmadır.
Canset İçpınar
Almancadan çeviren: Özge Karlık
Bize ayrılan sürenin sonuna geldik
Taz’a misafir gazeteci olarak geldiğim 2016 sonbaharından önceki yaz, İstanbul’un Beşiktaş semtindeki bir barda Deniz Yücel ile tanıştım. Ona iki aylığına taz’a gideceğimi söylediğimde bana bir tavsiye verdi: “Oraya gittiğinde sakın sessizce bir köşede oturma.“ Ardından ikinci bir tavsiye: “Ama 'işte ben geldim, buradayım’ gibi de davranma.“ taz’da çalıştığım dört yılı, bu iki tavsiyeye de uymayı başaramayarak geçirdim.
4 Ekim 2016: taz’daki ilk günüm. Önceden tanıştığım meslektaşım Martin Kaul bana bir jest yapmak istedi. Bir yorum yazacaktım. Konu Wikileaks’in kuruluşunun onuncu yılıydı. Ne Wikileaks’in onuncu yılı ne de yorum yazmak üzerine pek bir fikrim vardı. Sudan çıkmış balık gibi bir şeyler karaladım. Nasıl bir ilk gündü... Ertesi gün çıkan gazetenin ön sayfasında ismimi gördüğümde gözlerime inanamadım. Bir köşede sessiz oturamayacağım belli olmuştu.
Türkiye’deki durum kısa sürede boka sarmaya başladı. Herkes Türkiye’yi merak ediyordu. Erdoğan neler yapmak istiyordu? Bu iş nereye gidecekti? İstanbul’da çalıştığım gazeteye Kasım ayında yapılan baskında meslektaşlarım tutuklandı. Ardından Panter Vakfı, Türkiye’de basın özgürlüğünü desteklemek adına taz’da bir proje başlatmaya karar verdi. Taz.gazete işte böyle kuruldu.
Türkiye her gün yeni bir politik gelişmeyle çalkalanırken, ben de taz’da bir tür “Türkiye uzmanı“ oluvermiştim. taz’daki haber ve yorumlarımın yanı sıra panellere katılıyor, Türkiye hakkında değerlendirmelerde bulunuyordum. Gazeteciliği yeni baştan öğreniyordum. Almanya’nın dilini, dinamiklerini ve gazetecilik tarzını tam anlamıyla bilmemenin yarattığı eksiklikleri, iyi ve önemli işler yaptığımızın inancıyla kapatmaya çalışıyordum. Sonuçta yalnız da değildim; iyi bir takımdık. İşimizi severek yapıyorduk. 2017 yılı ve 2018’in ilk yarısı heyecan dolu geçti.
2018 Haziranı, bizim için bir dönüşümün işaretçisiydi. Türkiye’deki demokrasi ile birlikte Alman kamuoyundaki Türkiye ilgisinin de tabutuna çivi çakacak seçimlerin hemen öncesiydi. Tüm adaylarla söyleşi yapma girişimlerimiz taz’ın deneyimli Türkiye muhabiriyle aramızın açılmasına neden oldu. Sonuç bizim açımızdan gerçek bir hezimetti. Bir buçuk yıldır yüzlerce yazıyla taz’ın Türkiye yayınlarına derinlik kattığımız gerçeği, bir uydu projesi olduğumuz fikriyle yer değiştirdi. Hem Türkiye artık Rusya ya da Çin gibi otokratik ülkelerin sıralarındaydı. Özel bir ilgiye ya da yayına gerek yoktu. Telefonlarımız çalmayı bıraktı. Maillerimiz cevapsız kaldı. Üzerinde büyük bir uğraşla çalıştığımız metinleri basılı gazetenin bir köşesine sıkıştırmak için verdiğimiz uğraşlar, yeni ve yıpratıcı kavgalara yol açtı. Her tartışma, içinde bulunduğumuz durumu daha da belirginleştirdi: Taşeronduk ve iş bitmişti. Bu soyutlanmada bizim de payımız vardı elbet. Elimizden geleni yaptığımızı söylemek isterdim ama elbette daha fazlasını yapabilirdik.
Son bir yılımızda sessizce ofisimizde oturup, pek de görünmeyen işlerimiz üzerinde çalışmaya devam ettik. Ancak bu o kadar da kötü değildi. Sonuçta bu projenin kuruluş amacı Türkiye'deki gazetecilerle birlikte çalışmaktı. Biz de aynen bunu yaptık. Yaptığımız işi severek ve inanarak yaptık- ortaya çıkan sonuç bizi hayal kırıklığına uğrattığında bile. Güzel insanlarla çalıştık, birbirimize destek olduk ve birbirimizden çok şey öğrendik. Yıllar sonra geriye baktığımda minnet dışında bir şey hissetmeyeceğim bu projede çalışmak benim için bir onurdu.
Ali Çelikkan
Toronto yerine Berlin
İstanbul’da 2016 yılında benim için çok zor günlerdi. İşsiz ve parasızdım. İş yok, para yok, huzur yok, güvenlik endişesi de cabası. İstanbul’u terk edip Kanada’ya yerleşmeye karar vermiştim. Bir meslektaşımın yardımıyla ülkeden çıkacaktım. Tam da bu sırada Almanya’da yaşayan feminist gazeteci Sibel Schick, yeni kurulan ve iki dilli yayın yapacak olan taz.gazete’ye beni önermiş. O dönem gazetenin başında bulunan feminist gazeteci Fatma Aydemir, beni arayıp “bizimle çalışır mısın?“ diye sorunca hiç düşünmeden teklifi kabul ettim. Kanada için yapılan bütün hazırlıklar da iptal olmuştu haliyle. Tercihimi Berlin’den yana kullanmıştım çünkü anaakım medyada çalışabilme imkânım olduğunu düşünmüştüm.
taz.gazete Almanya gazetecilik sektörünü tanımam için güzel bir fırsat oldu. Haber yazma ve röportaj yapma konularında kendimi oldukça geliştirdim. Çok değerli insanlarla tanıştım. Gazetede birlikte çalıştığım üç muhteşem ve cesur kadın gazeteci sayesinde çok yol kat ettim: Fatma, Elisabeth ve Ebru. Onlara çok şey borçluyum. Özellikle benim en çok kahrımı çeken, peşimden koşturan, kaprislerime ses çıkartmayan sevgili Elisabeth’in hakkını ödemek mümkün değil. O muhteşem bir gazeteci ve yönetici.
Ancak bir konuda kırgınlığım da oldu: Türkçe redaksiyonunda çalışan diğer kişiler gibi bana da bir kadro açılabilirdi. O dönem maddi açıdan imkanları vardı. Ancak bu hiçbir zaman olmadı. Dışarıdan yazı yollayan yazar statüsünde sabit olarak kaldım. Eğer bir kadro verilebilseydi, Berlin’de her şey çok başka olabilirdi diye kendimi düşünmekten alamıyorum. Onca sıkıntıyı çekmezdim belki de. Kısmet.
Son olarak beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan kıymetli taz.gazete okurlarıma sonsuz teşekkür ediyorum. taz.gazete'nin sayfalarından son defa sizlere yazıyor olmanın burukluğu ile herkese sevgilerimi gönderiyorum. Hoşçakalın.
Michelle Demischevich
Almanlar bunu anlamaz!
Taz.gazete için haber yaparken en sık duyduğum cümle olan „Almanlar bunu anlamaz“, birlikte yaptığımız işlerin mottosu oldu. Yazdığım haberin her satırında „acaba bu da mı anlaşılmayacak“ diye sormak ve her cümle için bir paragraf da açıklama yazmak zorunda kalmak kabus gibiydi. Haliyle bana verilen vuruş sayısında meramımı anlatmak hiç kolay olmadı.
Örneğin Türkiye'de „Fetö davası“ deyip geçeceğim bir ifade için 15 Temmuz darbe girişimi ve AKP'nin geçmiş siyasi ittifakları gibi bir sürü şeyi anlatmak gerekiyordu. Başlangıçta içerlendiğim bu durum, zamanla bana farklı bir bakış açısı kazandırdı.
„İstanbul Sözleşmesi“ ya da „6284“ yazıp geçmek çok olağanken “Almanlar anlasın“ diye bunu uzatarak yazdığımda, aslında bu açıklamanın ne kadar vazgeçilmez olduğunu gördüm. Cumartesi Anneleri gibi toplumsal acıları yazarken, tüm şiddet çemberinin içinde bu acıları ne kadar normalleştirdiğimi fark ettim. Hayatımızın içindeki her bir nosyonu, her bir unsuru devasa politik bagajlarla ören bir toplum olarak konuşurken ve yazarken, aslında birçok şeyi ne kadar kolay kabul edip söylemin esasına bakmadan kullandığımızı fark ettim.
Bu anlamda taz gazete için çalışmak benim için eşsiz bir fırsat yarattı. Derdimizi hakkıyla anlatabilmemize yardımcı oldu. Daha anlatacak çok fazla hikaye varken vedası da üzücü oldu. Derdimize tercüman olan tüm tazcıların yolu açık olsun!
Elif Akgül
Dayanışma önemliydi
taz.gazete ile Berlin’den İstanbul’a uzanan bir yolculuğumuz oldu. Berlin’de birlikte geçirdiğimiz iki ayda Türkiye’den haberlerin Almanya kamuoyunca anlaşılır şekilde aktarılması için harcanan çabaya yakından tanık oldum. İstanbul’a döndüğümde ve artık “işsiz“ gazeteci olduğumda da haberlerimi duyurabileceğim bir mecra olmaya devam etti. Türkiyeli gazeteciler için sözlerini söyleyecek alan açması ve dayanışma sağlaması açısından önemliydi.
Öte yandan Alman kamuoyunun da Türkiye’den alternatif sesleri duymasına katkı sağladığını düşünüyorum. Basın ve ifade özgürlüğünün olmadığı, gazetecilerin çalışma koşullarının düzelmediği gibi işsiz gazetecilerin çoğaldığı bu dönemde taz.gazete ve dahi onun gibi bir çok yeni mecraya ihtiyaç varken, bu veda üzücü. Tüm emekleri için taz.gazete ekibine teşekkürler. Herkesin yolu açık olsun.
Beyza Kural
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!