Savaşın ardından: Doğu'nun ‚yeniden inşası‘ üzerine
Yaşanan yıkımdan sonra yapılacak kentsel dönüşüm planında, artık dar sokaklı mahallelere yer yok. Bu mahallelerin yerini geniş caddeler, işletmeler ve AVM’ler alacak.
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu'nda yaşanan savaşta binlerce insan hayatını kaybetti. Bir annenin, ölen çocuğunun vücudunu sokağa çıkma yasağı olduğu için derin dondurucuda bekletmesi hâlâ belleğimizde… Bölgede yaşayan halkın siyasal temsilcileri olarak seçtikleri HDP milletvekilleri ve belediye başkanları hapse atıldı. Neredeyse bütün belediyeler AKP’nin kayyımıyla yönetiliyor. Bazı kentlerden geriye sadece moloz yığınları kalmış durumda.
Şimdilerde bu bölgelerde kentsel dönüşüm gündemde. Bugün Diyarbakır’daki panolarda Başbakan Binali Yıldırım’ın resminin bulunduğu “Sur için Bismillah“ yazılı ‚kensel dönüşüm‘ afişleri asılı. Başbakan, geçtiğimiz aylarda Diyarbakır'da yaptığı konuşmada Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde toplam 67 bin yeni konutun yapılacağını açıklamıştı. AKP’nin açıklamalarına bakılırsa bu bölgelerde kentsel dönüşüm sonucu terör bitecek ve yerini ekonomik kalkınmaya bırakacak.
Peki ama nasıl? Nasıl oluyor da dindar bir üslupla sunulan kentsel dönüşümle bütün bu toplumsal ve mekansal yıkımın unutulup her şeyin daha iyi olacağına inanılıyor? Bir kentin keyfe göre yıkılıp tekrar inşa edilen içi boş bir mekan olarak sunulması ne kadar doğru?
Toplumların mekansal tarihi
1984 doğumlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama bölümünde doktora öğrencisi.
Fransız sosyolog Henri Lefebvre mekanın üretken ve üretici olduğunu söyler. Lefebvre'ye göre mekanın üretim ilişkileri ve iyi kötü örgütlenmiş üretici güçleri, toplumsal ilişkilerin dayanağıdır. Bu durumu, Türkiye’deki eski mahallelerde kurulan ilişkilere bakarak açıklayabiliriz. Türkiye’deki yoksul kesimler, oturdukları mahallelerde yıllar içinde gelişen bir dayanışma ekonomisi içinde yaşarlar. Mekanla ve komşularla kurulan güven ilişkisi onlara hem ekonomik hem de toplumsal bir dayanışma sağlar.
Mekanın dönüşümü toplumla birlikte olur, dolayısıyla bir tarihi vardır. “Biyopolitiğin Doğuşu“ adlı dersinde Foucault, içinde belli hesap ve taktiklerin olduğu bir dönüşümden bahseder. “Liberal yönetim sanatı“ olarak adlandırdığı bu süreç, ekonomik olduğu kadar kültürel referanslara da ihtiyaç duyar.
2001’de ekonomik krizin ardından Türkiye'de yaşanan dönüşüm, çeşitli iş faaliyetlerinin görece kârlılığındaki değişimi de beraberinde getirdi. İnşaat sektörünün yükselişiyle yoksul mahallelerdeki yıkımlar arttı. 2002'den bu yana devlet, kentsel dönüşüme dair bir dizi yasa değişikliği yaparak özel yatırımcılar için kârlı bir iş alanı sağladı. Bu ölçüde de AKP etrafında şekillenen yeni bir iktidar bloku oluştu.
Yoksul mahallelerdeki komşuluk ilişkilerinin AKP’nin iktidara gelmesinde oynadığı rol, bugünden bakıldığında ironik görünebilir. 2000’li yıllarda İslamcı mahalle örgütlenmelerine önem verilmiş ve AKP, 2002’deki seçim başarısını bu ilişkiler sayesinde elde etmişti. Ekonomide sosyal devlet modelinden vazgeçilerek yardıma muhtaç bir toplum yaratılıyor, gelirin yeniden dağıtımı özellikle cemaat ve vakıflar eliyle yürütülüyordu. Böylelikle Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamında, vakıfların, cemaatlerin ve dinin önemi gittikçe arttı.
Sermayenin girişi ve mekanın parçalanması
Marksist coğrafyacı David Harvey’in vurguladığı gibi, kentsel mekanın parçalanması sınıfsal bilincin gelişmesini engeller ve yoksulların kentsel mekan içindeki barınma ve çalışma koşullarının sermaye tarafından belirlenmesine neden olur.
Bu süreçle başlayan dönemde Türkiye adeta bir şantiyeye dönüştürülürken, güvencesiz koşullarda çalışan ve kenti inşa eden emekçiler de neredeyse her gün iş cinayetlerine kurban gidiyorlar. Ülkenin kent merkezlerindeki yoksul mahallelerin yerini oteller, AVM’ler aldı.
Diğer taraftan toplumun bir başka kesimi de AKP’nin neo-liberal, otoriter ve İslamcı politikalarına karşı tepki gösteriyordu. Bu tepkinin en görünür hali ise Gezi Parkı direnişinde vücut buldu. Gezi Parkı’nın yıkılarak, yerine Topçu Kışlası’na benzeyen bir “AVM ve Otel“in yapılması planlanan projeye karşı küçük çaplı başlayan eylemler, 31 Mayıs 2013’te ülke çapında bir halk isyanına dönüştü.
Bu isyan sırasında AKP’nin yurttaşlara karşı sergilediği sert tutum, partinin sivil haklar ve demokrasi konularını sadece araçsal olarak kullandığını bariz bir şekilde gözler önüne sermişti.
Kentsel dönüşümün sihirli gücü
Otoriterleşen siyaset aynı zamanda AKP’nin Kürtlere yönelik tutumunu da belirledi. PKK ile olan diyalog sürecinin sona ermesinin ardından Doğu ve Güneydoğu’da „kalekollar“ inşa edildi. Bazı kentlerde hendekler kazıldı ve öz yönetim ilan edilmeye başlandı.
Artık devlet için sorun, terör ve ülkenin sınır güvenliği haline gelmişti. Sur, Nusaybin, Silopi, Cizre, Şırnak, Beytülşebab, Yüksekova gibi yerleşim yerlerinin tamamen boşaltılması için sokağa çıkma yasakları uzun süre devam etti. En sonunda baskı ve şiddet, Kürt halklarının yaşadıklarına tepki gösteren ve barış talep eden akademisyenlere, yazarlara, gazetecilere, avukatlara doğru genişletildi.
Kentsel dönüşümün sihirli gücü kısaca bu koşullarda belirginleşti. Boşaltılan kentlerde uzun süreli komşuluk ilişkileri sıkı bir dayanışmayı mümkün kıldığından, çoğu mahallenin, özellikle sokak muhalefetine imkan veren bir yapısı bulunuyordu. Mahallelerin dar sokaklı yapısı, TOMA, panzer ve akrep gibi polis araçlarının kolayca ilerlemesini engelliyordu.
Bugün, yaşanan yıkımdan sonra yapılacak kentsel dönüşüm planında artık dar sokaklı mahallelere yer yok. Bu mahallelerin yerini ticari açıdan daha değerli, geniş caddeler, işletmeler ve AVM’ler alacak.
Yeni yapılacak konutlara kimler yerleşecek?
Dönüşüm sonrası hak sahipleri ise, ya yapılan plana göre evlerini kendileri yapacak ya da devletin yapacağı binalara borçlanarak sahip olabilecekler. Fakat çoğu kişinin böyle bir imkanı yok. Bir diğer sorun ise dönüşüm sonrasında bölge halkının yeni yapılacak konutlara kimlerin yerleştirileceğine dair taşıdığı endişeler.
Eski mahalle sakinleri, dönüşüm sonrası yapılan apartmanlarda kimlerle komşu olacaklarını seçemeyecekler. Sur'da Zan Enstitüsü'nün yaptığı bir araştırmanın sonucuna göre, radikal İslamcı Hüda Par, Hizbullah, IŞİD gibi örgütlere sempati duyan insanlarla aynı apartmanda oturmaktan korktuklarını söyleyen birçok insan var.
Uzun süreli komşuluk ilişkilerinden doğan güven hissi ve kolektif hareket edebilme gücü, kentsel dönüşüm tarafından yıkılıyor. Oysa tarih bize buna benzer komşuluk ilişkilerinin hiç de önemsiz olmadığını söylüyor.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!