Bir devlet krizi: Hukukun son kırıntısı kaybolurken
„AYM, cezaevlerinde tutuklu bulunan 150’e yakın gazetecinin davalarında emsal olarak kullanabilecek nitelikte kararlar verdi. Bu kararlar geriye alınamaz ve kesin nitelikte.“
1 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan ve yazıları ve sözleri gerekçe gösterilerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması talep edilen gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında Anayasa Mahkemesi kararını nihayet geçen hafta açıkladı. Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın başvurularında özetle kuvvetli suç şüphesi bulunmamasına rağmen tutuklanmaları nedeniyle Türkiye Anayasası’nın md. 19’daki kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki yazı/söz/haberlerinin tutuklamada delil olarak değerlendirilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği belirtilmişti.
Anayasa Mahkemesi ise geç de olsa gazetecilik ve ifade özgürlüğü bağlamında emsal niteliğinde bir karar verdi. Bu kararla söz, yazı ve haberlerin tutuklamaya gerekçe olamayacağı ve bu nedenle tutuklu bulunan gazetecilerin haksız yere özgürlüklerinden alıkonulduğu en üst yargı makamınca da tescillendi. Bu kararlarla gazetecilerin tutuldukları hapishane duvarlarında büyük bir gedik açıldı. Sadece Şahin Alpay ve Mehmet Altan için değil cezaevlerinde tutuklu bulunan 150’e yakın gazetecinin davalarında emsal olarak kullanabilecek nitelikte kararlar bunlar. Bu kararlar geriye alınamaz ve kesin nitelikte.
Uygulanmaması imkansızdır
Ancak karar sonrası sevincimiz çok kısa sürdü. Gazetecilerin yargılandıkları Ağır Ceza Mahkemeleri önce kararın resmi gazetede yayınlanmadığı iddiasıyla, sonrasında ise Anayasa Mahkemesi'nin kendi görev alanlarını gasp ettiği ve hakkı olmamasına rağmen delil değerlendirmesi yaptığı iddiasıyla tahliye taleplerini ret etti. Yapılan ikinci itirazlar da benzer gerekçelerle reddedildi. Anayasa mahkemesinin kararının beğenilmemesi, eleştirilmesi elbette mümkün olsa da, uygulanmaması imkansızdır.
Gazetecilerin yargılandıkları Ağır Ceza Mahkemeleri, bağlı bulundukları Anayasa’ya aykırı davranmış, gazetecileri tahliye etmemek için hukuki olmayan gerekçeler sunarak Türkiye tarihinin en büyük yargısal krizlerinden birine imza atmış oldular.
Oysa Türk Anayasasının 153. Maddesinde çok açık bir şekilde Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ve yargı/yürütme/yasama organları açısından da bağlayıcı olduğu ifade edilmiştir. Bunun anlamı kararların içeriğine katılmasalar bile her ‚Yargıç’ , her ‘Bakan’ Anayasa Mahkemesi kararlarına uymakla yükümlüler.
Bu kararlara rağmen tahliye edilmeyen Şahin Alpay ve Mehmet Altan için de artık “ tutuklu“ demek yerine “özgürlükleri gasp edilen“ gazeteciler demek daha doğru.
AİHM'in olası kararları uygulanır mı?
Bu noktadan sonra Türkiye’nin artık bir “devlet krizine “ sebep olan bu çatışmayı çözmesi gerekecek. Bu bağlamda da ya Ağır Ceza Mahkemelerinin bu hukuksuz kararlarına karşı bir tedbir alacak ya da Anayasa Mahkemesi’ni iyice işlevsiz hale getirecekler.
Anayasa Mahkemesinin kararlarını hiçe sayan tarafın çatışmanın galibi çıkması halinde ise; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’ni etkin ve işleyen bir hukuki mekanizma olarak tanımaktan vazgeçecek ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapma hakkına sahip olacaklar.
Peki kendi Anayasal kurumu olan Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımayan bir Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin olası ihlal kararlarını uygular mı ?
Uzun yıllardır Avrupa kurumsallaşmasının bir parçası olmaya çaba sarf eden Türkiye, Avrupa hukukunun bir parçası olmaktan vazgeçebilir mi? Ben her şeye rağmen Türkiye’nin batı sisteminden kopmayacağı fikrini taşıyanlardanım.
Aslında üç bini aşan sayıda Hâkim ve Savcının görevden alındığı, bunların büyük kısmının da tutuklandığı, gazeteciler Murat Aksoy ve Atilla Taş’ın tutuklu oldukları davada tahliye kararı veren Mahkeme heyetinin verdiği karar gerekçe gösterilerek görevden alındığı bir ülkede, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükçü kararının uygulanmaması da bizlere şaşırtıcı gelmemeliydi. Elbette bunca badirenin yaşandığı “bağımsız“ Türk yargısında bir direniş , bir ayak sürme olacaktı.
Herkes için felaket
Ancak Türkiye’nin sosyo-ekonomik gerçekliği, tarihi perspektifi ve her türlü badireye rağmen birikmiş deneyimine, Türkiye’deki muazzam sosyal ve hukuki mücadele de eklenince orta vadede bu kararların uygulanacağını, Mahkemelerin direnişinin kırılacağını ve gazetecilerin özgürlüklerine kavuşacaklarını düşünüyorum.
Aksi ise herkes için felaket, herkes için bir bitişi ifade eder.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!