2020'ye doğru: Yerel yönetimlerin sonu
Belediyelere teker teker kayyım atamaktan yorulan iktidar, önümüzdeki yıl yerel yönetimlerin yapısını tümüyle değiştirmeyi hedefliyor.
17 yıldır iktidarda olan AKP, 31 Mart yerel seçimlerinde büyük bir yenilgi aldı. Seçimlere muhalefet partileriyle yaptığı ittifakla giren CHP, çeyrek asırlık bir aradan sonra İstanbul ve Ankara belediyelerini kazandı. Bahsi geçen zaferde, bu şehirlerde aday çıkarmayan HDP’nin tabanının da büyük bir rolü vardı. Seçimlerin HDP açısından diğer bir önemli sonucu da, çoğuna 2016’daki OHAL sürecinde kayyım atanmış olan belediyelerden 65'inin geri kazanılmasıydı. İktidar bu sonuçlar karşısında harekete geçmekte gecikmedi. 19 Ağustos’ta Diyarbakır, Van ve Mardin belediyeleriyle başlayan kayyım atama operasyonları halen devam ediyor. Sadece bu yazının yayına hazırlandığı zaman aralığında sekiz belediyeye daha kayyım atandı ve toplam sayı 32'ye ulaştı.
Kayyım atamaları “terör örgütlerine destek vermek“ iddiasıyla gerekçelendirildiğinden, kamuoyunun büyük kısmı birkaç gün öncesine kadar kayyım atamalarını Kürt illerindeki HDP belediyeleriyle sınırlı bir uygulama olarak görüyordu. HDP yönetimiyse en başından beri bunun bütün ülkeyi tehdit eden bir uygulama olduğunun altını çiziyordu. Kayyımları „OHAL dönemiyle yayılan bir hastalık“ olarak niteleyen HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, güçlü bir itiraz gerçekleşmemesi halinde diğer muhalefet partilerine ait belediyelerin de AKP’nin hedefine gireceğini söylüyordu. Nitekim öyle de oldu. 17 Aralık günü Urla'daki CHP belediyesine kayyım atandı.
Belediyelere yönelik müdahaleler, iktidarın kaybettiği seçimleri telafi etmek için kullandığı bir araç olmanın ötesinde, devretmek zorunda kaldığı ekonomik kaynakların da yeniden ele geçirilmesi anlamına geliyor. AKP’ye yakın vakıfları bütçesinden destekleyen İstanbul ve Ankara belediyelerinin muhalefete geçmesi, AKP için toplam 33 milyar liranın kontrolünün de kaybedilmesi demekti.
Bu nedenle seçimlerin hemen ardından belediyelerin bütçe üzerindeki yetkilerine kısıtlamalar getiren düzenlemeler hazırlanmaya başlandı. 20 Mayıs 2019’da yayımlanan Ticaret Bakanlığı genelgesi ile belediye iştiraklerinde yetkiler belediye başkanlarından alınarak AKP’nin çoğunlukta olduğu belediye meclislerine verildi. Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın belediye iştirakı olan BELKO’ya yapmak istediği bir atama, bu genelge doğrultusunda kabul edilmedi. Olayın mahkemeye taşınmasıyla bu karar şimdilik tersine çevrilmiş olsa da dava hala temyiz aşamasında. İstanbul Boğazı ile ilgili planlama, izin ve denetim yetkilerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) alınarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluşturduğu kurullara devredilmesi de iktidarın takvimi arasında yer alıyor.
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, ortaya çıkan yasal hazırlıklar ve kayyım atamaları ile AKP’nin yerel seçimleri tümden ortadan kaldırmak istediğini ve belediyeleri merkezi iktidarın birer şubesi haline getirmek istediğini düşünüyor. Son yedi ayda yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi imkansız değil.
Yerel yönetimlere başkanlık sistemi ayarı
Türkiye’nin idari sistemine göre, belediyeler ile merkez arasında bir “idari vesayet ilişkisi“ bulunuyor. Yani belediyeler bütçe ve altyapı gibi konularda kendi yetkilerini kullanma konusunda özerk olsalar da, bu yetkileri kötüye kullanıp kullanmadıkları merkez tarafından denetleniyor. 2018 seçimleriyle getirilen başkanlık sistemiyse, tüm idari yetkilerin Tayyip Erdoğan’ın ellerinde toplanmasını öngörüyor.
Parlamentoda seçilmiş vekillerin yetkilerini kısıtlayıp, Cumhurbaşkanı tarafından atanmış kişilerin gücünü artıran bu değişiklik, yerel yönetimlerin de doğrudan merkezin politikalarına bağlı kalmasını talep ediyor. Kayyım olarak merkezden atanan vali ve kaymakamların seçilmesi ve belediye meclislerinin pasifize edilmesiyle birlikte, yerelde yegane söz sahibinin de merkezi iktidar olması amaçlanıyor.
İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin kayyım atanan Mardin belediyesiyle ilgili hazırladığı Eylül 2019 tarihli „Yerel Yönetimlerde Mardin Modeli“ başlıklı rapor, Türkiye’de iktidarın tesis etmek istediği yerel yönetim rejiminin çerçevesini açığa çıkarıyor. Merkezi hükümetin temsilcisi olan valinin yerel yönetimin de başı olması gerektiğine yer verilen raporda, yetkinin tek elde toplandığı bir sistemin oluşturulması için çalışmalar yapılması öneriliyor. Bu raporu değerlendiren siyaset bilimci Fatmagül Berktay, çalışmaların otoriter merkeziyetçiliği güçlendirmek ve halkın taleplerini dışlamak anlamına geldiğine dikkat çekiyor ve böylesi bir değişikliğin “demokrasinin iflası“ anlamına geleceği uyarısında bulunuyor.
Bu sistemin hayata geçirilmesi için Türkiye Anayasası’nın 127. Maddesinde değişiklik yapılması gerekiyor. Bahsi geçen madde, yerel yönetimlerin merkezi idare ile arasındaki ilişkinin esaslarını düzenliyor. Yerel yönetimlerin yetkilerini düzenleyen bir diğer yasa hazırlığı da 2020’de meclis gündemine gelecek. Henüz detayları ortaya çıkmayan yasa teklifinde, belediyelerde ulaşım, imar ve altyapı gibi alanlarda gerçekleştirilecek büyük yatırımlarda tek yetkili olarak merkezi idarenin belirlenmesi öngörülüyor.
Yerel Yönetimlerden Sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, yeni düzenlemenin çerçevesinden bahsederken, “Belediyelerden görevleri alıp merkezde toplama işine prensip olarak karşıyım (…) Ama bu layüsel değildir, bir yere hesap verilemez anlamına asla gelmez. Peki kanuna, hukuka uygunluğunu kim denetleyecek? O da bir üst kurum olarak bakanlık olur.“ açıklamasında bulundu. Ancak işin dikkat çekici yanı, mevcut yasal düzenlemelerin tam da bu tür bir denetime imkan tanıyor olması. Yani ortada bu sistemin neden değiştirilmesi gerektiğine dair net bir açıklama yok.
2019 yılında yaşananlardan anlaşılan, yerel yönetimlerin sahip olduğu bağımsız yetkilerin, Cumhurbaşkanlığı'na bağlı merkezi sistemle çeliştiği. İktidar, bu çelişkiyi 2020 yılında ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!