Köşe Yazısı- Oksijen Tüpü: Kürdün bahçesindeki bostan korkuluğu
Gazeteci Nedim Türfent, tutukluluğunun 900. gününde yolladığı mektupta, yerel seçimler öncesi HDP'ye uygulanan baskıyı yazdı.
Eleştirel gazetecilik yapmayı sürdüren gazetelerin birinden -ki bunların sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor- okuyoruz : “Silopi Belediyesi’ne atanan kayyım, belediyeye ait 1 milyon lira değerindeki imar arazisini AKP’li yandaşlarına 26 bin liraya peşkeş çekti.“ Belgeleriyle ifşa edilen bu yolsuzluğun yanı sıra, Dersim ve Erciş belediyelerine atanan kayyımlar da son 1 ay içerisinde benzeri yolsuzluklarla gündeme geldi.
7 Haziran 2015’te Halkların Demokratik Partisi (HDP) yüzde on seçim barajını geçince Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarını kaybetti. Bu sonucu, dolayısıyla Türkiye halklarının iradesini hazmedemeyen AKP ve Erdoğan, “güvenlik“ endeksli bir politika devreye soktu. Ülke, o günden beri adeta savaş alanına döndü.
Kimi zaman “de facto“ kimi zaman “de jure“ olarak sürdürülen Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında girdiğimiz referandum ve seçimlerde sonuçlar şaibeli oldu. Bu noktada insanın merak hissiyatını kaşındıran soru şu: “Şiddet politikası kime yarıyor, kime kazandırıyor, kimi ayakta tutuyor?“ Buna son üç yılın sandık sonuçlarına bakarak yanıt verilebilir. Aslında hepimizin bildiği bir yanıt…
Tek adam rejimi altında, “terörle mücadele“ bahanesiyle 6-7 milyon seçmenin oy verdiği HDP vekili ve belediye başkanlarına kapsamlı operasyonlar yapıldı. HDP Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, eş genel başkanları, vekilleri, yöneticileri, belediye başkanları ve binlerce üyesi tutuklandı.
HDP’nin 102 belediyesinden 95’ine kayyım atandı. Kayyım atamaları yargı kararına da bağlanmadı, hukuki bir kılıfa ihtiyaç duyulmadı. Hepsi “kararnamelerle“ yapıldı. Yine yargı kararı olmadan bölgedeki 259 köyün muhtarı da görevlerinden uzaklaştırıldı. Söz konusu köylerde HDP’nin %90’lara varan oy alması, bu son operasyonun da irade gaspının en yerel ayağı olduğunu gösteriyor.
Belediyeleri borç batağına sürükleme yöntemi
En temel yurttaşlık hakkı olan seçme ve seçilme hakkı 21. yüzyılda ipotek altına alındı. Bu saldırılar, Kürt halkının meşru iradesini yadsımakla ilintili olduğu kadar HDP’li belediyelerin savunduğu demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü belediyecilik ile de ilgilidir. Erkeğin iktidarını sıfırlamayı amaçlayan eş başkanlık sisteminden de korktular.
Kayyımların, kadın dayanışma merkezleri ve ana dille faaliyet yürütülen kreşleri kapatmaları, çok dilli belediyeciliğe son vermeleri, Kürt kültürü ile toplumsal tarihinde yer alan düşünür ve sanatçıların eserlerini engellemeleri bu sömürgeci zihniyetin yansımasıdır. HDP’li belediyelerin projelerini bürokratik gerekçelerle engelleyen iktidar kayyımları, halkın gözünü boyamak amacıyla kimi yerlerde bu projeleri kendileri hayata geçirmeye çalıştılar.
İktidar kayyımları, 31 Mart 2018 seçimlerinin arifesinde kazanamayacaklarına emin oldukları için, birçok belediyenin kasasını boşaltma ve onları borç batağına sürükleme yöntemini uyguladılar. Öyle ki belediyelere ait taşınmazlara “savaş ganimeti“ olarak yaklaşıldı. Kayyımları başta TRT olmak üzere havuz medyası parlatmaya çalışıyor. “Halk kayyımların icraatlarından memnun“ tarzı haberler yapılıyor. Ancak Kürtler kendi şehir ve kasabalarında olan biteni çözümleyebilecek kadar politik bir halktır. Erdoğan bunu biliyor olacak ki Kürtlerin sandığa gitmesinin önünü almak için ve tehdit amaçlı konuşmasında HDP’nin tekrar kazanması durumunda “kayyım atayacaklarını“ söyledi.
Bu çılgınlığı yaparlar mı bilinmez. Ancak HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, tüm hile, yolsuzluk, şaibe ve baskılara rağmen bölgeden emin: “Halk bunlara prim vermeyecektir. Son seçimlerde de gördük. Kayyım zihniyetini tarihin çöplüğüne göndereceğiz.“ Buldan meydan da okuyor: “Madem öyle, kayyımları atandıkları yerlerde aday gösterin.“
AKP ise olası “kayyım adayının“ seçimi kaybetmesi durumunda iktidar ve devletin HDP’ye karşı kaybettiği algısı oluşacağı için bundan çekiniyor. Seçimlere 5 ay kala, sandık heyecanı artarken, yazımızı şu tespitle bitirelim: “Kayyım atarız“ tehditleri yerelde, Kürdün bahçesinde bostan korkuluğu gibi dururken, Kürtler bu politikaya esaslı bir cevap vermek için sandık gününü iple çekiyor.
28 Ekim 2018, (900. Gün)
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!