piwik no script img

Çok sınırlı ifade özgürlüğüİran'ın gazetecilikle savaşı

İran'da meydana gelen protestolar, ifade ve basın özgürlüğünün hemen hiç olmadığı ülkede yeni bir baskı dalgasını da beraberinde getirdi. Durum Türkiye ile benzerlikler ve farklılıklar taşıyor.

“Medyanın önemli bir kısmı devletin sahipliğinde, devletin sahipliğinde olmayan yayınlar da devletin kontrolü altında.“ Foto: dpa

İran’da 28 Aralık 2017’de birçok kentte eş zamanlı olarak, önce ekonomik sorunlara tepki olarak başlayıp kısa sürede 39 yıllık rejimin yıkılması yönünde taleplere dönüşen protesto dalgası, ifade ve basın özgürlüğünün hemen hiç olmadığı ülkede yeni bir baskı dalgasını da beraberinde getirdi. Ülkenin anaakım medyasının protestoları nasıl yansıttığını sorduğumuz İranlı bir gazeteci, ülkesindeki duruma dair güçlü bir fikir veriyor.

İran dışında çalışmasına rağmen isminin yazıda geçmemesi ricasında bulunan İranlı bir gazeteci durumu şu şekilde anlatıyor;

“İran uzun süredir yabancı medya kanallarında çalışan vatandaşı olan gazetecilerin üzerindeki baskıyı iyice artırdı. Avrupa veya ABD’de çalışan gazetecilerin bir çoğu doğrudan tehdit ediliyor, ya da İran’daki aileleri üzerinden taciz ediliyor. Yakın zamanda bir gazeteci arkadaşımın yaşlı amcası gözaltına alındı, yeğeni nedeniyle sorgulandı. Bu nedenle insanlar ülke dışında da çalışsa ailelerini düşünmek durumunda kalıyor.“ 



İran, yabancı medya organlarında çalışan gazetecilere yönelik bu baskıyı geçtiğimiz yılın Ağustos ayında yeni bir boyuta taşıdı ve BBC Farsça'nın 152 çalışanının ülkedeki mal varlıklarını dondurdu. Benzer şekilde onlarca gazetecinin akrabaları istihbarat elemanlarınca sorguya çekildi. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in verilerine göre 16’sı ölüm tehdidi olmak üzere en az 50 gazeteci bir şekilde tehditlerle karşılaştı. 



Sinyal bozucu politika



İran’ın dış basında çalışan vatandaşı gazetecilere yönelik bu baskısının kendisi açısından anlaşılır bir nedeni var. O da, ülke içinde ya rejimin sahipliğinde ya da en kötü ihtimalle rejimin kontrolünde olan medyanın aksine yurtdışındaki Farsça yayınların yoğun bir ilgiyle takip ediliyor olması. Bu ilgi nedeniyle ülkede uydu antenlerinin kullanılması yasak. Fakat bu anlamsız yasak milyonlarca insanın uydu anteni kullanmasının önüne geçebilmiş değil. Amerikan BuzzFeed News’in İranlı muhabiri Borzou Daragahi bu durumu “yasak var ama herhangi bir şehre yukarıdan baktığınızda bir uydu anteni denizi görürsünüz“ sözleriyle anlatıyor. 


Molla rejiminin mücadele ettiği bir başka şey, 1979’daki İslam devriminden kaçıp ABD veya Avrupa’ya yerleşen İranlıların kurduğu televizyon, radyo kanalları ile internet siteleri. Diasporadaki İranlıların başta ABD’nin Los Angeles kenti olmak üzere, İngiltere, Dubai gibi yerlerde kurduğu 120’nin üzerinde televizyon kanalı var. Kimi eğlence, kimisi de haber kanalı olan bu televizyonlara karşı da İran’ın yıllardır uyguladığı ilginç bir yöntemi var: Ülke içinde kurduğu frekans bozma istasyonları. Bu yolla yurtdışından yayın yapan kanalların sinyalleri engellenmeye çalışılıyor.

Tahran yönetimi bu yöntemi sınırlarının çok ötesinde bir yere, Küba’ya da taşımış, buradan da Los Angeles’taki kanalların yayınını kesmeye çalışmıştı. Tabii İran yönetiminin tek amacı diaspora kanallarını engellemek değil, BBC, CNN, Amerika’nın Sesi gibi haber kanalları da rejimin sinyal bozucularının hedefinde. 
Dışarıdaki medya kanallarına yönelik baskının son örneği 4 Ocak’ta geldi. İran’ın Londra Büyükelçiliği, Britanya’dan BBC Farsça ve yine Londra merkezli Manoto isimli özel televizyon kanalını “insanları silahlı isyana teşvik ettikleri“ gerekçesiyle sansürlemesini istedi. 



Cumhurbaşkanı da şikayetçi

İfade ve basın özgürlüğü alanında 165. sırada olan bir devletin ülke sınırları dışındaki gazetecilikle bu ölçüde uğraşmasının da kendince bir açıklaması var; o da ülke içinde uğraşacağı, engelleyeceği bir gazetecilik faaliyeti bulunmuyor. Ülkedeki medya sahiplik yapısını sorduğumuz Borzou Daragahi şöyle izah ediyor: “Medyanın önemli bir kısmı devletin sahipliğinde, devletin sahipliğinde olmayan yayınlar da devletin kontrolü altında. İktidar yanlısı yayınlar gibi reformistlerden yana yayınlar da var. Fakat rejim aleyhinde bir yayın yapamazsın, bir web sitesi dahi kuramazsın, yoksa başın belaya girer.“ Daragahi’den ülkesindeki durumla Türkiye’yi karşılaştırmasını istediğimizde yanıtı şöyle oluyor: “Türkiye’den bir hayli farklı olduğunu söylemek gerekiyor. Örneğin Türkiye’de hükümetin baskısı altında olsa da Fox Tv veya BirGün gibi bir yayın yok orada.“



Peki bu şartlar altında ülkede onlarca kentte ve onbinlerce insanın katıldığı, 20’nin üzerinde kişinin öldürüldüğü protestolar ana akım medyaya nasıl yansıdı?

Sorunun tümüne yanıt vermese de, daha protestoların ilk günlerinde alınan bir karar fikir verici: Yöneticisini doğrudan dini lider Ali Hamaney’in atadığı ve 22’si ulusal ve uluslararası, 30’u da yerel toplam 52 televizyon kanalını bünyesinde bulunduran İran Radyo Televizyon Kurumu’nun protestoları geniş şekilde ekrana taşıyıp tartışması yasaklandı. Protestocular “provokatör, ajan“ diye nitelendirildi, gösterileri kınayan ve “siyonistlerin piyonu olan protestocuların“ bastırılması gerektiği yönünde yayınlar yapıldı.

Ancak ülkenin reformist kanadında yer alan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ilk günlerde yaptığı ve görece yapıcı tavrı takınan televizyon kanalları da var. Bu kanallarsa, “şiddeti kınamamız lazım ama bu insanları dinlemezsek yanlış yaparız. Sadece güvenlik önlemleriyle sorun çözülmez, yoksa tüm sistemi kaybederiz“ diye özetlenebilecek bir içerikle yayın yaptı. Bu açıdan tümüyle de tek sesli bir yayıncılık yok gibi görünse de rejim yanlısı veya reformist kanallar, göstericilerin attığı sloganlar, poster yakma görüntüleri veya taleplerine dair ayrıntılı bir yayın yapmadı. Bu kanallardan görece ılımlı olanlar da göstericilere mikrofon uzatıp taleplerini sormadı. 

Peki bu insanlara mikrofon uzatabilen birileri var mı?

Borzou Daragahi yabancı medya için, “Eğer Financial Times, Anadolu Ajansı, New York Times gibi Tahran’da bürosu olan bir yerde çalışıyorsanız bunu yapabiliyorsunuz“ diyor. Daragahi, devlet televizyonları içinse “Kısaca çöp diyebiliriz“ diyor ve ekliyor: “Sadece sertlik yanlılarının propagandasının yapıldığı televizyonlar bunlar. Cumhurbaşkanı bile bu televizyonları 'ülkede ne olduğunu aktarmıyorsunuz’ diye eleştiriyor.“ 

Demokrasi ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede cumhurbaşkanının devlet televizyonlarını “ülkede ne olduğunu aktarmıyorsunuz“ diye eleştirmesi hayli çelişkili değil mi? Daragahi, durumu şöyle izah ediyor: “İran’da iki şey var, biri hükümet, diğeri de rejim. Ruhani hükümet, Hamaney’se rejim. Hükümetle rejim arasında böyle bir gerginlik var.“ 



Çok sınırlı ifade özgürlüğü

Ülkedeki bu siyasi gerçeklik, gazeteciliğe de yansımış durumda. Nitekim İran medyasını konu alan çalışmalar, birçok televizyon kanalında rejimin tepe noktasını oluşturan kişiler dışında kalan politikacıların sertçe eleştirildiği bir hayli canlı geçen tartışma programlarının varlığına dikkat çekiyor. Ancak bu tartışma programlarının sınırları yazılı veya yazılı olmayan kurallarla çevrilmiş durumda. Ülkede örneğin din kuralları veya İslam devriminin lideri Humeyni’nin eleştirilmesi yasak, İslam Cumhuriyeti’nin meşruiyetinin tartışılması da “anlayışla“ karşılanmıyor.

Aksi hareket edenler hainlik, ulusal güvenliğe tehdit oluşturmak, rejim aleyhtarlığı, dini değerlere hakaret, sosyal çalkantıları teşvik etmek gibi suçlamalarla karşılaşıyor. 

Peki eleştirisi bile insanları bu suçlamalarla karşı karşıya getiriyorsa protestolar sırasında Humeyni ve Hamaney’in posterlerini yakan göstericileri nasıl bir gelecek bekliyor. Borzou Daragahi, rejimin 2009’daki gösterilerden sonra uyguladığı yöntemi tekrarlayacağı görüşünde: 

“Rejim, insanları görüntülemekte ve peşinden de bulup yakalamakta bir hayli deneyimli. Birçok sorgudan sonra göstericileri tutuklayıp cezaevlerine atıyorlar. Ve bu insanları tek kişilik hücrelerde tutuyorlar.“



Daragahi’yle sohbetimizden kısa süre sonra baktığımız İran’ın İngilizce yayın yapan devlet kanalı Press Tv’nin manşeti de bu yorumu güçlendiriyor: “İran’daki huzursuzluğun arkasındaki kışkırtıcılar yakalandı.“

taz lesen kann jede:r

Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen

0 Kommentare

  • Noch keine Kommentare vorhanden.
    Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!