piwik no script img

Gazetecileri hapse atacak kadar gerçekPropaganda Bakanlığı

“Yabancı propaganda ve dezenformasyonla mücadele“ ifadesiyle asıl kastedilen, Türk hükümetinin kendi propagandasının yabancı basın kuruluşları tarafından engellenmesine karşı mücadele etmek.

Yabancı basın, hükümet dilini kullanmamakla suçlanıyor. Foto: dpa

Geçtiğimiz aylarda, AKP İstanbul milletvekili Metin Külünk'ün “Yabancı Propaganda ve Dezenformasyonla Mücadele“ için bir kanun teklifi hazırladığı ortaya çıktı. Teklife göre, Dışişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı gibi ilgili kurumların yetkilileri bir komisyon kuracaklar ve “yurt dışında Türkiye'nin ulusal güvenlik çıkarlarını tehdit eden gerçeğe aykırı anlatıları“ takip edip, bunlarla mücadele edecekler. Teklifin adı belki yeni ama yöntemi ya da yazarı değil.

Aralık ayında, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 38 ülkedeki imamlara talimat göndererek istihbarat topladığı ortaya çıkmıştı. Gelen istihbaratla hazırlanan raporda, Müslüman cemaat içinde Fethullah Gülen’e yakın olduğu iddia edilen kişilerin fotoğrafları, ibadet sıklıkları ve cami dışındaki ticari faaliyetlerine dair ayrıntılı bilgiler vardı. Bu skandal üzerine Hollanda Diyanet Vakfı Başkanı Yusuf Acar Türkiye’ye geri çağrılırken, Almanya Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) soruşturma başlattı.

Ağustos 2016'da, Başbakanlığa bağlı başka bir kuruluş, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM), yabancı basında çıkan binlerce haberde Fethullah Gülen’in nasıl tanıtıldığını araştırdı. Araştırmada, Gülen’i “din adamı“ olarak tanıtan ve “Erdoğan’ın eski müttefiki“ olduğunu hatırlatan haberler yeriliyor, Gülen için “terörist başı“, Gülen Cemaati için de “FETÖ terör örgütü“ denilmemiş olması eleştiriliyor.

Özetle, yabancı basın hükümet dilini kullanmamakla suçlanıyor.

özel
Efe Kerem Sözeri

Nazilli'de doğdu, İzmir'de büyüdü, Hollanda'da yaşıyor. Akademik çalışmaları dışında Türkiye'de Bianet, Jiyan, P24, yurt dışında Daily Dot ve Vocativ gibi mecralarda internetteki sansür ve ifade özgürlüğü konularında araştırma yazıları hazırlıyor.

Dezenformasyonun kurumsallaşması

Bu anlayış, Türkiye’deki yerel basının ana maddi kaynağı olan resmi ilanlardan sorumlu Basın İlan Kurumu (BİK) için de geçerli. Hatta BİK yönetmeliğinde darbe sonrası yapılan bir düzenlemeyle, hakkında “terör propagandası“ndan dava açılmış olan gazetelerin ilan yayınlama hakkı ellerinden alındı.

Nisan 2016'da ise Türkiye’nin Rotterdam Konsolosluğu, Hollanda’daki Türk derneklerine bir e-posta göndererek, Erdoğan’a hakaret edenlerin bildirilmesini istemişti. Konsolosluk daha sonra talebin yanlış anlamalara yol açtığını iddia etti, ama bundan sadece üç gün sonra Erdoğan’ı eleştiren Türk kökenli Hollandalı köşe yazarı Ebru Umar Türkiye’de tatil yaparken gözaltına alındı.

Kanun teklifinin kendisi bir „doublethink.“ “Yabancı propaganda ve dezenformasyonla mücadele“ ifadesiyle asıl kastedilen, yabancı kaynakların hükümet propagandasına engel olmamasını sağlamak ve hükümet eliyle yayılan dezenformasyonu kurumsallaştırmak. Teklifin sahibi Metin Külünk ise bunun uygulamasını ilk ortaya koyanlardan biri.

17 Aralık 2013’te hükümete yakın iş adamlarının evlerine yapılan baskınlarda milyonlarca dolar kayıt dışı para bulunmuş, üç bakanın oğulları da dahil 26 kişi tutuklanmıştı. Soruşturma kapsamında kaydedilen telefon görüşmeleri arasında en çok ses getireni, Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçen “sıfırlama“ kaydıydı.

Ses kayıtlarına „montaj ve dublaj“ ayarı

Türkiye’den pek çok ses mühendisi kayıtlarda oynama olmadığını ortaya koyarken, Erdoğan ısrarla bu kaydın “montaj ve dublaj“ olduğunu söylüyordu. Tam da o günlerde hükümete yakın basında ses kayıtlarının sahte olduğuna dair iddialara yer verildi. RedHack tarafından sızdırılan Enerji Bakanı Berat Albayrak e-posta arşivi sayesinde, bu iddiaların kaynağının Metin Külünk olduğunu artık biliyoruz.

AKP’nin Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Külünk, 26 Şubat 2014’te ABD’deki bir bağlantısı aracılığı ile New York’taki iki adet sıradan ses kayıt stüdyosundan görüş almış, bunları hükümete yakın Sabah-ATV grubunun o günlerde yöneticisi olan Berat Albayrak’a göndermiş. Külünk bununla da yetinmeyip, bu stüdyoları dünyaca ünlü ses uzmanları gibi sunan bir dezenformatif metin kaleme almış. Bu metin ve gönderilen görüşler, Albayrak’ın gazetesi Sabah’ta yazım hataları bile değiştirilmeden imzasız bir haber olarak yayınlandı.

Bu iddialar ABD’ye kadar ulaşınca, hem ses stüdyoları, hem de çalışanları kınama açıklamaları yaparak, adli bilişim uzmanı olmadıklarını, ses kayıtlarının incelenmesi talebinde bulunan bir kişi tarafından kandırıldıklarını belirttiler. Stüdyolardan görüş alıp Metin Külünk’e ileten o kişi, ABD’deki Türkiyeli göçmenlerin lobi gruplarından Turkish American Cultural Society (TACS) başkanı Murat Berk idi. E-posta ile ulaşılan Berk, sıradan bir vatandaş olarak bu görüşleri aldığını, 2014’ten itibaren AKP’nin ABD’deki seçim koordinatörü olarak görevlendirilmesinin bu konuyla ilgisi olmadığını iddia etti.

Gazetecileri hapse atacak kadar gerçek

Devam eden haftalarda Erdoğan’ın “montaj ve dublaj“ iddiasını yalanlayan ciddi adli bilişim raporları da yayınlandı, ancak Türkiye’nin ana akım medyasında sadece hükümet propagandasına yer verildi. Sızan e-postalarda AKP’nin danışmanları, “orijinal ses kayıtlarını alan istihbarat polisleri kendilerini ifşa etmedikçe kayıtların şaibeli olduğu söylemini sürdürmek“ üzerine strateji üretiyordu. İktidara yakın medyada tekrarlanan dezenformasyon böylelikle yolsuzluk soruşturmasında delil olarak toplanan ses kayıtlarını etkisizleştirdi.

Bugün, o yalan haberi üreten Külünk’ün “Dezenformasyonla Mücadele“ için kanun teklifi vermesi, o yalan haberi basan medya patronu Albayrak’ınsa hükümete bakan yapılması kulağa gerçek dışı gelebilir. Fakat Türkiye’nin Propaganda Bakanlığı bir gerçek, iktidarın beğenmediği gerçekleri yazan gazetecileri hapse atacak kadar gerçek.

Links lesen, Rechts bekämpfen

Gerade jetzt, wo der Rechtsextremismus weiter erstarkt, braucht es Zusammenhalt und Solidarität. Auch und vor allem mit den Menschen, die sich vor Ort für eine starke Zivilgesellschaft einsetzen. Die taz kooperiert deshalb mit Polylux. Das Netzwerk engagiert sich seit 2018 gegen den Rechtsruck in Ostdeutschland und unterstützt Projekte, die sich für Demokratie und Toleranz einsetzen. Eine offene Gesellschaft braucht guten, frei zugänglichen Journalismus – und zivilgesellschaftliches Engagement. Finden Sie auch? Dann machen Sie mit und unterstützen Sie unsere Aktion. Noch bis zum 31. Oktober gehen 50 Prozent aller Einnahmen aus den Anmeldungen bei taz zahl ich an das Netzwerk gegen Rechts. In Zeiten wie diesen brauchen alle, die für eine offene Gesellschaft eintreten, unsere Unterstützung. Sind Sie dabei? Jetzt unterstützen

Mehr zum Thema

0 Kommentare

  • Noch keine Kommentare vorhanden.
    Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!