Bayramların icadı: Geleneğinizi nasıl alırsınız?
Çoğu ritüel sandığımız kadar eski değil. Rejimlerin icat ettikleri özel günler ve bayramlar vardır. Yeni bayramımız 15 Temmuz kutlu olsun!
Mezun olduğum lise 1983’te kuruldu. Ama en son ziyaret ettiğimde kuruluş tarihini 1850’ye çekmişlerdi. Hâlbuki ceketime dikmek zorunda olduğum okul armasının ortasında nal gibi 1983 yazıyordu. Ben okurken bir pilav günümüz, bir de liseli müzik gruplarının çıkıp çaldığı bir festivalimiz vardı, o kadar.
Ama şimdi baktım, okulun kuruluş tarihi 1850’ye çekildiği yetmiyormuş gibi, festival kalkmış yerine geleneksel bahçe iftarları, bayramlaşma günleri falan eklenmiş. Şu an o okulda okuyan bir öğrencinin, on yıl önce bile yapılmayan bu bahçe iftarlarının, bayramlaşma törenlerinin 1850’den beri süren bir gelenek olduğunu zannetmesi ilginç bir durum.
Geleneğin icadı
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz tarihçi Eric Hobsbawm “Geleneğin İcadı“ kitabına yazdığı önsözde günümüzdeki birçok geleneğin, törenin veya törensel uygulamaların, aslında iddia edilenden ya da algılandıklarından çok daha yakın tarihte ortaya çıktığını ifade eder. Örneğin çoğu futbolsever Türkiye’de her lig maçından önce İstiklâl Marşı okunduğunu bilir.
1978 Eskişehir doğumlu. 1996 yılından bu yana Pişmiş Kelle, Gırgır ve Alarm dergilerinde haftalık mizah yazıları yazdı. Yazı işleri müdürü olduğu haftalık mizah dergisi Uykusuz'a yazılarıyla katkıda bulunuyor. "Feriköy Mezarlığı'nda Randevu" ve "Cehennem Çiftliği'nden Kaçış" isimli iki kitabı var.
Sanki ligin tarihi kadar eski olan bu seremoni, aslında 1990’larda, üstelik tribündeki taraftarların kendi kendilerine başlattığı bir uygulamadır. Tabii bizim milli marş hem söylemesi çok zor hem de prozodisi biraz sorunlu bir marş ve mesela halk arasında “Korkma! Sönmez,“ diye değil de “Korkmaz, sönmez!“ diye söyleniyor. Kendi kendine marş söylemeye çalışan taraftarlar marşın canına okuduğundan artık milli marşlar, stadyumlarda banttan çalınmaya başlandı. Böylece milli marş, her lig maçından önce resmi seremoninin bir parçası haline geldi.
Yine aynı yıllarda, üstelik aninden miladi yıla sabitlenerek kutlanmaya başlanan ve ne İslam tarihinde ne de herhangi bir islam ülkesinde olan “Kutlu Doğum Haftası“ da benzer bir örnek. Neticede takribi 1400 yıl önce yaşanan bir doğum kutlanıyor ama nedense doğumdan 1400 yıl sonra kutlamaya başlanıyor.
Üstelik tüm dini günler hicri takvime göre belirlenirken bu her nedense adını Papa 13. Gregorius’tan alan Gregoryen takvime göre belirleniyor. (Tabii bu “kutlu doğum haftasının“ İslam dininin peygamberinin değil de Fethullah Gülen’in doğum gününü kutlamak amacıyla uydurulduğu iddiaları yıllardır dillendirilir.)
Devletlerin, kurumların ve hatta şirketlerin meşruiyetlerini sağlamlaştırmak, mensuplarına gurur vesileleri vermek ve mutlu kılmak adına kendilerine böyle gelenekler icat etmesi anlaşılabilir bir şey elbette.
Çoğu geleneği bugün hatırlamıyoruz
Tabii sonradan dayatılan geleneklerin sonsuza kadar süreceğinin herhangi bir garantisi yok. 27 Mayıs darbesinden sonra yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi, 27 Mayıs’ı Hürriyet ve Anayasa Bayramı ilan edip kutlamaya başlamıştı ama bugün hatırlamıyoruz bile. 1980 darbesiyle yönetime el koyan 12 Eylül rejimi de mesela 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü icat edip hayatımıza soktu.
Ama artık kurnazlıktan mıdır, düz işgüzarlıktan mıdır bilinmez, ileride kaldırılmasını teklif etmenin hoş karşılanmayacağı bir gelenek yaratmış oldular. Ne bileyim; “12 Eylül rejiminin kalıntısı Öğretmenler Günü kaldırılsın!“ desem en iyi ihtimalle “Her şey bitti de bunu mu dert ettin?“ diye sorarlar. Neticede öğretmen çocuğuyum, annem oradan terliği kafama fırlatıverir gibi geliyor bana.
Yani kısacası her rejimin meşruiyetini muştulamak adına kendine özel günler, bayramlar, gelenekler ilan etmesi normal bir durum. 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim’de kutlanan milli bayramlarımız doğal olarak Cumhuriyet rejiminin eseri mesela. Amerika’da 4 Temmuz, Almanya’da 3 Ekim, Fransa’da 14 Temmuz sürekli olarak hatırlatılan ve halktan kutlaması beklenen dönüm noktalarını işaret ediyor. Tıpkı bizim 29 Ekim’imiz gibi bu ülkelerde her zaman en coşkulu şekilde kutlanan bayramlar bunlar, çünkü bir nevi ülkenin doğduğu gün kutlanıyor.
Hep varlarmış gibi
Elbette mevcut rejimle sorunu olanlar, devlet yöneticisi olsalar bile böyle bayramları kutlamamayı tercih edebilir. Yeterince cesarete sahip değilse, her bayram günü bir rahatsızlık uydurabilir. Hatta güç kazandıkça ya da rejimi değiştirdikten sonra, o “eski rejimin“ bayramlarını ve özel günlerini giderek önemsizleştirir ve bu bayramları kendi kutlamadığı gibi halka da kutlatmamaya başlar.
Tabii bu yeni bayramlar, özel günler ve haftalar; ilk ortaya çıktıklarında yenidir. Başta yadırgansa da tıpkı Hobsbawm’ın bahsettiği gibi bir süre sonra sanki hep varlarmış gibi algılanır. Tabii bu bayramları ve özel günleri icat eden rejimler ayakta kaldığı müddetçe.
Türkiye'de bizim şimdi yeni bir bayramımız daha var: 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü. 15 Temmuz tüm yurtta ve dış temsilciliklerde törenlerle, resepsiyonlarla kutlanacak. Hani Yeni Türkiye diye bir şeyden bahsedilip duruluyor ya son yıllarda, işte o Yeni Türkiye’nin Kuruluş Bayramı'nın da 15 Temmuz olması amaçlanıyor.
Unutmayalım, hatırlayalım
Yepyeni geleneğimiz, 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Gününüz herkese kutlu olsun arkadaşlar. Ben bir yandan bunu son derece önemli buluyorum. 15 Temmuz’un hatırasının gerçekten canlı tutulması gerektiğini düşünüyorum. Kendine has ritüelleriyle, idam talepleriyle, muhalefeti dışlamasıyla…
Büyük ihtimalle Fethullah Gülen taraftarlarının da aralarında bulunduğu darbe yüzünden neredeyse bütün Gülenciler çoktan yurtdışına kaçmışken, onların hıncının AKP'ye muhalif olanlardan çıkarılmasıyla, “İki Almanya’nın birleşmesine“ tezat olarak Türkiye’yi ikiye bölen bir hava taşımasıyla 15 Temmuz’un hatırasının canlı tutulması son derece önemli.
15 Temmuz gerçekten hiç unutulmamalı ki yüzlerce insanın bir gecede hayatını kaybetmesinin, on binlerce insanın işinden, kimilerinin de yerinden yurdundan olmasının arkasındaki sorumluları aramak gerektiği sürekli aklımızda olsun.
Unutmayalım, hatırlayalım ama birçok diğer hadisede yaptığımız gibi lades oynarcasına “unutmadım, aklımda,“ diye bir kenara da bırakmayalım. Yoksa bu Türkiye’de çoğu kez olduğu gibi unutulur ve zamanla siyasi tartışmalarda yarım yamalak hatırlanan konularından birine dönüşebilir.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!