piwik no script img

Halep'ten Berlin'eBir göç hikayesi

Bir Kürt olan Azad, göç etmeden önce Suriye'de azınlıktı, Türkiye’de göçmendi, Berlin'de ise sığınmacı.

Savaş Azad'ı göçe zorladı Foto: dpa

2012 yılında Halep'te bir hastane. Bir baba 8-9 yaşlarındaki çocuğunu battaniyeye sarılı bir şekilde getirir. Elindeki kalaşnikofu Azad'a* doğrultur. Azad sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor;

“Battaniyeyi açtığımda çocuğun belden aşağısı yoktu. Evi bombalamışlar. Bomba çocuğun bulunduğu odaya gelmiş. Ne yapacağımı bilemedim. Babası ‚bir şey yap‘ diye bağırınca kendimde bir güç bulup, ‚diğer yarısını getirirseniz bir umut‘ dedim. Koşarak gitti. Ama çocuk çoktan ölmüştü.“

Suriye'de iç savaş çıktığında 20 yaşında bir sağlıkçı olan Azad, “Savaş çıkınca ilk yaptıkları iş hastaneleri bombalamak oldu“ diyor. Çalıştığı hastane bombalanınca Berlin’e kadar uzanan zorunlu göç hikayesi başlamış. Azad ilk olarak Halep'in 65 kilometre kuzeyindeki Afrin’e, ailesinin yanına gitmiş.

Sonrasında ise insan kaçakçılarına para ödeyerek Türkiye sınırını geçmiş. Yürüyerek sabah 8’de geçtiği sınırdan sonra kaçakçıların belirlediği yerde bekleyen bir arabayla önce Kilis otogarına, oradan da otobüsle İstanbul'a devam etmiş.

Şamil Sarıkaya

1984 doğumlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama bölümünde doktora öğrencisi.

Savaş, şiddet ve zulümle zorla yerinden edilen dünya çapında milyonlarca insandan biri Azad. UNHCR'nin raporuna göre 2016 yılı sonunda dünya genelinde zorla yerinden edilmiş 68 milyon insan bulunuyor. Milyonlarca insan, içinde bulundukları güvencesiz yaşamdan kendilerine daha güvenli bir yaşam bulmak umuduyla kaçıyor. Göç ettikleri yer ise onları yönlendiren şebekelere bağlı.

35 kişiyle aynı bodrum katında

Azad’ın özellikle İstanbul’a gelmesinin nedeni, daha Türkiye sınırını geçmeden insan kaçakçılarına ödediği parada yatıyor. Çünkü ona hem sınırı güvenlice geçme hem İstanbul’da iş sözü verilmiş. Fakat geldiği yerde 35 kişiyle aynı bodrum katını paylaşmak zorunda kalmış- aylık 100 lira kira ödemek kaydıyla.

Orada bir arkadaşı ve Azad arasında şöyle bir konuşma geçmiş; “Benim paraya ihtiyacım var. 35 bin lira ödüyorlar, karımla birlikte karar verdim. Azad sen sağlıkçısın. Böbreğimin bir tanesi yaşamak için yeterli, değil mi?“

Azad o zamanlar henüz Türkçe bilmiyormuş. “Fırında bir gün çalıştım, 12 saat. O gün yevmiyemi istedim ama patron ‚ilk hafta tecrübe‘ dedi. İtiraz edemedim. Bir daha o işe gitmedim.“ Türkiye'de tanıştığı bir Kürt arkadaşı ona özel Güney hastanesinin yoğun bakım bölümüde iş bulmuş. Yaptığı iş gereği, gece nöbetinden sonra hastaların durum değişikliğini not etmekle yükümlü olan Azad, kontrol kağıtlarına Türkiye'de o güne kadar en çok duyduğu kelimeyi yazarmış: “Aynen.“

“Bugüne kadar aldığım diplomalar savaşta gitti“

Azad, “Hoşçakalın“ anlamına geldiğini sanarak hastanede bir kaç kişiye “siktir git“ dedikten sonra, Türkçeyi bir yıl içinde internetten öğrenmiş. En sevdiği şarkı Gülşen’den “Bangır Bangır“ olmuş.

Dil sınavına girip yüz üzerinden 98 alsa da, sertifikasını, kurs ücreti ve sınav ücretini ödeyemediğinden alamamış. “Zaten bugüne kadar aldığım diplomalar savaşta gitti“ diye anlatıyor Azad.

Güvencesizlikten kaçan ve kendilerine güvenli bir gelecek arayan göçmenler, gittikleri yerlerde ekonomik durumları onlardan pek de farklı olmayan insanlarla aynı ortamda bulunuyorlar. Bu da onları aynı güvencesiz yaşamı paylaşmaya zorladığı gibi iş bulmak, çalışmak gibi durumlarda birer rakip haline getiriyor.

Azad 3 sene boyunca çalışma izni olmadan çalışmış; “Haftada bir gün hastane dışına çıkabiliyordum, çoğu zaman hastanede uyuyordum. Hastane yönetimi bazen diğer çalışma arkadaşlarıma kızıyordu. Beni örnek gösteriyorlardı. Bir keresinde kadın çalışma arkadaşım iş koşullarına itiraz edince işten atıldı.

“Türkiye’de insanlar organlarını satabiliyor mu?“

O da „yoğun bakımda Suriyeli çalıştırıyorlar diye beni şikayet etmiş.“ diye anlatıyor Azad. Hastaneye de ceza kesilecek olduğundan kontrol memurları gelmeden önce Azad’tan hastane dışına çıkması istenmiş. Kontrol bitince işine devam etmiş.

Bir gün, yoğun bakım şefine “Türkiye’de insanlar organlarını satabiliyor mu?“ diye sorduğunu anlatıyor. Şef, buna karar vermiş birini bulduğu takdirde ona kişi başı üzerinden komisyon ödeyecek birilerini tanıdığı cevabını vermiş.

Hastanede yaşadıklarını şöyle anlatıyordu Azad: “Bunlar yoğun bakım hastası ilaç versen ne olacak“, diye kaç defa azar işittim yoğun bakım şefinden. Hastaneye yeşil kartlı hastaları kabul etmiyorlar, sigortalı hastalara öncelik veriyorlardı. İlaçları hastalara uygulanmış gibi gösterip boş ilaç şişelerini bir firmadan temin ediyorlardı. İki albumin bütün mesailerimle benim aylık maaşımdı.“

Hastanede çalıştığı süre boyunca biriktirdiği parayı orada tanıştığı Halit'e kaptırınca Türkiye’den kaçmanın yollarını aramış Azad. Halit, “Sana çalışma izni ayarlayabilirim, poliste tanıdıklarım var. Bunun için 1500 dolar lazım.“ demiş.

Azad şimdi işsiz

Azad parayı Halit’e vermiş ama ondan bir daha haber alamamış. Artık güvenceli bir işte çalışmanın umudunu yitirmiş. 2016 yılında 800 dolar karşılığında Çanakkale'den Yunanistan’a geçmek için bir yol bulmuş. Aracı kişi, önceden ona yolculuğun çok güvenli olduğunu söylemiş olsa da, Azad ve 45 kişi, 15 kişilik bir bota sabah saat 4'te demir sopalarla ve küfürlerle bindirilmişler. Silahlı dört kişi “gerisi size kalmış“ deyip bottakileri denize yollamışlar. Yüzme bilmeyen Azad, “Başımdan bu kadar olay geçti ama o gün ölümü gördüm“ diye anlatıyor.

Bir buçuk yıldır Berlin’de yaşayan Azad şimdi işsiz. Ama onun durumu sadece iş bulmak ya da çalışmakla ilgili değil. Azad bir Kürt. Göç etmeden önce Suriye'de azınlıktı, Türkiye’de göçmendi, Berlinde ise sığınmacı. Devletten aldığı 400 Euro ile Berlin’de kendine bir oda bulmaya çalışıyor. Geç saatlerde metroya binip Hellersdorf’taki konteynerden yapılmış kampına gitmeye korkuyor. “Neo-nazilere rastlarsam dayak yerim“ sözleriyle endişesini dile getiriyor.

* Kişilik bilgilerini gizli tutmak için farklı bir isim kullanılmıştır.

taz lesen kann jede:r

Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen

Mehr zum Thema

0 Kommentare

  • Noch keine Kommentare vorhanden.
    Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!