Surlar tepeden balığa benzese de: „Hafızamız balığınkine benzemez“
Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte büyük bir yıkımın yaşandığı Sur'da, travmanın izleri gündelik hayata yansıyor. DBP'nin açıkladığı kapsamlı kayyım raporu, demokratik siyasete vurulan darbenin boyutlarını ortaya koydu.
Yukarıdan bakıldığında bir balığı andıran, surlarla çevrili Kürt şehri Diyarbakır’ın 7 bin yıllık tarihe sahip Sur İlçesi’nin tüm girişlerinde polis kontrol noktaları kurulmuş. İnsanlar çok gergin. Diyarbakırlı yazarlar Şeyhmus Diken ve Lal Laleş’le, şehirde yeni açılmış olan Yayınağacı kitabevini ziyarete giderken otomobilimizi sıkıştıran otobüs şoföründen geçmek için izin istiyoruz. “Size yol versem, herkese yol vermem gerekecek“ diyerek tepki gösteriyor.
Akşam saatlerinde Suriçi’nde bulunan ve Diyarbakırlı okur-yazarların uğrak mekânı Sülüklü Han’a doğru yürürken polisin kaldırımda top oynayan çocuklara “burada oynamak yasak, gidin başka yerde oynayın“ uyarısına şaşırmıyoruz. Fakat biraz nefes almak için gittiğimiz Sülüklü Han’da polisinkinden farklı olmayan bir “müdahaleyle“ daha karşılaşıyoruz.
„Yasak“ en revaçtaki sözcük
Sülüklü Han’ın avlusunda yanan ateşin yanında durup ısınmak yasakmış mesela! Kimsenin olmadığı mekânda telefonumuzdan altına klasik müzik döşenmiş bir baba-oğulun birlikte yemek yaptığını gösteren otuz saniyelik videosunu izleyince “insanlar rahatsız oluyor“ diyerek kapatmamızı istiyor! Tepki gösterince de garsonlar bize “relax“ olmamızı tavsiye ediyorlar. Oysa çalışanlar pek de “relax“ sayılmaz. Tıpkı Diyarbakır havalimanındaki temizlikçi gibi. Tuvaletten çıkıp lavaboya yönelince kapıda dikilen temizlikçi sert bir müdahaleyle ellerimi orada yıkamamamı, çünkü her yeri yeni temizlediğini söylüyor ve ekliyor: “Ellerini kuruttuğun peçeteyi de çöpe atma, git başka bir yere at!“
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
İki yıl öncesine kadar biraz soluk almak için gitmeye fırsat kolladığımız Diyarbakır’da “yasak“ en revaçtaki sözcük. Diyarbakırlı yazar Özgür Amed, bu gerilimi çatışma zamanında oluşmuş travmaya bağlıyor; “Doksan yılda yaşanan şiddetten daha fazlası, iki yılda uygulandı. Bu keskin geçişin yarattığı travma herkesi hasta etmiş durumda. İnsanlar gündelik yaşamda öfkelerini çıkaracak yer arıyor.“
Diyarbakır surlarının içinde kalan ilçede adım başı geçici polis kontrol noktası var. Kalıcı altı karakolun inşası için çalışmalar da sürüyor. İlçenin tarihi yerleşim bölgelerindeki yıkım ise tüm hızıyla devam ediyor. Şehre uçaktan bakınca insanın aklına gelen, “balığın“ önemli bir bölümünün acımasız, yırtıcı bir hayvan tarafından yerinden sökülüp alındığı.
Ezmeyi, kırmayı, dökmeyi marifet saymak
Sur’da ilki 6 Eylül 2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı, çeşitli mahallelerde toplamda bir yıldan fazla sürdü. 2016’dan itibaren peyderpey kaldırılan sokağa çıkma yasağı sonrasında küçük hasarlı olan yapılar bile yıkıldı. İzleyen süreçte, 21 Mart 2016 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile Suriçi’ndeki 7714 parselin 6292’si için Acele Kamulaştırma kararı alındı. Kalan parseller de zaten önceki kentsel dönüşüm sürecinde kamulaştırıldığı için bu karara dahil edilmedi. Özetle devlet Suriçi’ni tamamını “ele geçirdi.“
Diyarbakırlı yazar Şeyhmus Diken, son kitabı “Ahım Var Diyarbakır“da Sur’daki yıkımı şöyle anlatıyor: “Şimdi böyle taammüden cinayete kuran gitmiş bir şehir serencamıyla hemhâliz. Kamulaştırma, hem de en ‚acil’inden bir ‘devletleştirme politikası’yla karşı karşıya Sur ve Suriçi dediğimiz Diyarbekir… Madunla, altta kalanla konuşup dinlemeyi kendine yediremeyen, aksine ezmeyi, kırmayı, dökmeyi, sonra da 'bak ben yeniden, daha güzelini yapacağım, göreceksin’ demeyi marifet sayan bir muktedirle karşı karşıya şehir…“
Demokratik Bölgeler Partisi’nin, (DBP) belediyelere atanan kayyımların uygulamalarıyla ilgili raporunu açıkladığı 11 Aralık günkü basın toplantısı da yine belediyesine kayyım atanan Suriçi’ndeki bir otelde gerçekleştirildi. 2015 öncesinde Diyarbakır’da bu tür etkinliklere Türkiye’nin batısından sayısız gazeteci, yazar, siyasetçi, sivil toplumcu hevesle katılırken, bu sefer salonda neredeyse sadece yerel gazeteciler ve siyasetçiler vardı.
Buna rağmen Diyarbakırlı bir kadın aktivist, “çatışmaların yaşandığı 2015’ten beri bu kadar insanın bir araya geldiği nadir etkinliklerden biri“ diye tanımlıyor toplantıyı; “Çünkü insanlar mimlenmekten, gözaltına alınmaktan korkuyor.“
102 belediyenin 94'üne kayyım
15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin hemen ardından, 20 Temmuz’da ilan edilen Olağanüstü Hal’in en büyük uygulamalarından biri, hükümetin Kürt şehirlerindeki belediyelerin başına devlet memurlarını atamasıydı. OHAL’le birlikte Cumhurbaşkanı’na Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yoluyla, parlamentodan yasa geçirilmesine gerek duyulmadan Bakanlar Kurulu onayıyla kanun gibi kararname çıkarma yetkisi verilmişti. Böylece 15 Ağustos 2016 tarihinde imzalanan 674 Sayılı KHK ile belediyelere kayyım atama yetkisi, belediyelerin taşınır mallarına el koyma ve çalışanlarını görevden uzaklaştırma yetkisi valilik ve kaymakamlıklara verildi.
11 Eylül 2016 tarihinden itibaren de DBP’nin elinde olan 102 belediyenin 94’üne kayyım atandı. 3’ü büyükşehir belediyesi olmak üzere 10 il, 72 ilçe ve 12 kasabanın belediye eş başkanları görevden uzaklaştırılırken, yerlerine Ankara tarafından devlet memurları, valiler, kaymakamlar atandı.
Bu süreçte 93 belediye eş başkanı ve 500 belediye meclis üyesi hapse atıldı. Raporun yayınlandığı tarih itibariyle 27’si kadın olmak üzere 70 eş başkan ve 81 belediye meclis üyesinin hapiste olduğunu da not etmek lazım. Türkiye tarihinde Ankara’nın yerel yönetimlere yönelik en kapsamlı operasyonu olarak geçen bu müdahaleyle 30 Mart 2014’te gerçekleştirilen yerel seçim sonuçları Kürt seçmenler açısından fiilen askıya alınmış oldu.
Seçilmiş belediye başkanlarının koltuklarına oturan kayyımların ilk icraatlarından biri toplam 2013 çalışanı işten çıkarmak oldu. Diyarbakır Kayapınar belediyesine kayyım olarak atanan ilçe kaymakamı Mustafa Kılıç, 27 Şubat 2017’de yaptığı açıklamada, işten çıkarmaların gerekçesini şöyle anlatıyordu: “Bugün yine birçok kişinin iş akdini feshediyorum. Sebebi de şu: Tespit ettiğimiz yaklaşık 390 kişi (Kayapınar Belediyesi çalışanı) var. Bunların tamamı, istisnasız, dağdaki insanların yakınları… Bunun yerine, tespit ettiğimiz şehit ailesi yakınları var, onların çocuklarını getirip işe koyuyoruz.“
Kayapınar kayyımı özetle, PKK militanı yakınlarının işten atılıp yerlerine asker ve polis yakınlarının alınacağını ilan ediyordu. Dahası, belediyeye ait eğitim merkezlerindeki öğretmenlerin işine son verilmesine gerekçe olarak da şu argümanlar sunuluyordu: Çocuklara Marksizm, Zerdüştlük inancı ve cinsel içerikli eğitimler verilmesi!
Kadına yönelik şiddeti önlemek için çözüm: erkek
Raporun çarpıcı notlarından biri de DBP zamanında kurulmuş olan kadın birimlerinin sistematik tasfiyesi. Öyle ki, Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin kadına yönelik şiddetle mücadele birimine bir erkek atanmıştı!
DBP Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan tüm bu müdahalelerin “Türkiye’de Kürtler var olabilir, ancak kendi kendilerini yönetemez“ anlamına geldiğini söyledi. DBP’li belediyelerin cinsiyet özgürlüğü, toplumsal ekoloji, doğrudan demokrasi esaslarına dayalı faaliyetlerinin keskin bir biçimde sonlandırıldığının da altını çizdi.
Rapordaki çarpıcı ifadeyle, “belediyeleri 'fethedilmesi’ gereken topraklar olarak değerlendirmiş“ olan kayyımların bu “fethi“ ne kadar sürdürecekleri meçhul. Çünkü 2019’da yapılması planlanan yerel seçimlerde halkın tekrar kendi temsilcilerini seçmesini, o başkanların göreve gelmesine müsaade edilip edilmeyeceğini kimse kestiremiyor. Fakat Diyarbakır surlarının balığa benzediğini söylediğimiz bir delikanlı uyarıyor: “Surlar balığa benziyor olabilir, ama hafızamız balıklarınki gibi değil. Bu yapılanları kimse unutmuyor.“
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!