Angela Merkel ile röportaj: „Tüm olanaklarımızı Deniz Yücel için seferber ediyoruz“
Şansölye Angela Merkel, taz röportajında göç ve sınır dışı konularını konuştu. Tutuklu bulunan gazeteci Deniz Yücel ve Meşale Tolu da konu başlıkları arasındaydı.
Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DDR) yıkıldığı süreçte kardeşiniz Marcus, Birlik 90 Partisi’nde çalışmalar yaptı. Siz, o dönemde neden Birlik 90 hareketine, sonrasında ise Yeşiller’e katılmadınız?
1989’un sonbaharında ben hakikaten bir arayış sürecinden geçtim. Demokratik Uyanış Hareketi (Demokratische Aufbruch) ile SDP’nin içindeydim. Sosyal Demokratlar, DDR’de, SDP olarak anılıyordu. Tabii, Birlik 90’nın öncüsü olan Yeni Forum Hareketi’ne de baktım, ama Yeni Forum o zamanlar üçüncü seçenek olarak nitelendirilen yolu, DDR’nin demokratik olarak yenilenmesini öngörüyordu ve ben bunun olabileceğine inanmıyordum. Ben Almanya’nın hızlı bir şekilde birleşmesini ve sosyal pazar ekonomisini tercih edenlerin yanındaydım. Duvarın yıkıldığı gün bile bir çok arkadaşım bunu benden farklı değerlendirdi. Böylece Demokratik Uyanış Hareketi’nde buldum kendimi ve ardından Almanya için Birlik geldi, sonra da bu birliğin içinde CDU’lu üyeler için Alman Birliği 1990’ı kurduk.
Bizim sorumuz esasen sizin içinizdeki olası yeşil çekirdeğe yönelikti.
Ben de onu öyle anladım zaten. Ben Federal Çevre Bakanlığı yaptım. Çok heyecanlı bir dönemdi. CDU’da temel programımızda sadece sosyal değil, ekolojik pazar ekonomisinin de yer alması için mücadele verdim. Öte yandan, örneğin, 1986’da Çernobil’deki korkunç reaktör kazası meydana geldiğinde, olaydan sadece Sovyetler’in zayıf güvenlik önlemlerini sorumlu tuttum, nükleer enerjinin barışçıl kullanımını değil. Bu tutumum 2011’de yaşanan Fukuşima felaketine kadar devam etti ancak sonra tamamen değişti.
Sizin hiç solcu bir tarafınız var mı?
Bu tür kalıplaşmış düşünceler bana göre değil. Bakın, ben ilk etapta CDU’yum ve partide liberal, Hıristiyan-sosyal ve muhafazakar kökenlerin aynı derecede birleştiğini düşünüyorum. Küreselleşmenin hümanist değerlerle şekillendirilmesi benim için çok önemli, aynı zamanda sürdürülebilirlik konusu da çok önemli, yani nesiller arası adalet, sürdürülebilir finans ve kaynak tüketimi. Hep bu konular üzerinde çalıştım.
Sol ile ilgili bir şey yok.
Siz benim ne olmadığımı tarif etmek istiyorsunuz, ben de size ne olduğumu anlatarak yanıt veriyorum. CDU’nun, benim büyük saygı duyduğum; liberal, Hıristiyan-sosyal ve muhafazakar kökleri ile solcu olarak nitelendirilen görüşler arasında temas eden noktalar var. Örnek olarak Hıristiyan-sosyal değerlere bir bakalım: Hıristiyan sosyal öğretinin, sosyal demokrat düşünce ile kesiştiği yerler vardır. CDU sendikaların toplumda önemli bir rol oynadığını hep ifade etmiştir, zira refahı sağlamanın yanısıra refahın adil dağılımı da önemlidir. Bu sizin için sol görüş mü, değil mi, bilemiyorum ama bu benim için Hıristiyan-sosyal bir görüştür, başka bir deyişle tamamen CDU’yu anlatır.
Yeşiller solcu köklerinden uzaklaştıkları ve daha çok size ve de orta sınıfa doğru yaklaştıkları için üzülüyorlar mı acaba? Ne dersiniz?
Bence Yeşiller de birbirinden farklı kökenlere sahipler. Kökenlerden biri, bana göre, devlete yönelik çok eleştirel yaklaşımdır. Diğeri ise yaratılışın korunmasıyla ilgilidir. Yeşiller’deki yaratılışın korunmasına yönelik hassasiyet ile CDU’daki görüşlerim arasında, ben, büyük yakınlık görüyorum. Buna rağmen ama çok güçlü bir devlet eleştirisi var ki, bu görüşlere ne CDU olarak biz katılıyoruz, ne de ben şahsen katılıyorum.
Yeşiller'in siyasi yelpazedeki yeri nedir?
Yeşiller’in siyasi yelpazedeki yerini tanımlamak benim işim değil. Bunun tersinin yapılmasını da istemezdim. Yeşiller'in sık sık yeni konular üzerinde çalışmaları bana önemli geliyor; çünkü, bazı konular, örneğin, nükleer enerji, neredeyse güncelliğini yitirdi. Küreselleşmenin insancıl değerlerle şekillenmesinin Yeşiller için de heyecan verici bir konu olabileceğini tahmin ediyorum.
Bayan Merkel, mülteci tartışmalarının çok yoğun olduğu ilk haftalarda, 15 Eylül 2015 tarihinde, başbakanlıkta bir basın toplantısı düzenlediniz. Bu toplantıda mültecileri Almanya’ya gelmeye teşvik edip etmediğiniz şeklindeki bir soruya şöyle yanıt verdiniz: „Acil durumlarda dost bir yüzle yardımcı olduğumuzdan ötürü özür dilemeye başlayacaksak, o zaman bu ülke benim ülkem olamaz.“ Bu cümleyi basın toplantısından önce zihninizde kurdunuz mu?
Hayır, bu cümle zihnimde daha önce kurulmuş, hazır bir cümle değildi. Cümle, mültecileri Almanya’ya gelmeye teşvik ettiğim yönündeki suçlamalara nasıl yaklaştığım sorulduğunda şekillendi.
Peki, özçekim suçlamasına ne diyeceksiniz?
Evet, o da vardı. Suçlamaları iki şekilde hatalı buldum. Birincisi, suçlama yapılana kadar, 2015 yılının yaz mevsiminde, Almanya’ya zaten yaklaşık 400 bin mülteci gelmişti. Bunun dışında Federal İçişleri Bakanlığı, Almanya’ya yıl bitene dek toplam 800 bin mültecinin geleceği öngörüsünü Ağustos ayının ortasında açıklamıştı. Yıl sonunda mülteci sayısı yaklaşık 890 bini buldu, yani tahminimiz çok da yanlış olmadı. İkincisi, sadece ben böyle davranmadım, Münih tren istasyonunda ve başka yerlerde insanların çoğunluğu mültecileri dostane bir şekilde karşıladılar. Ben şöyle dedim: İnsanlara yardımcı olurken dost bir yüzle davranmazsak, o zaman burası benim ülkem olamaz. Kendiliğinden ortaya çıkan bir sözdü bu. İçimden gelerek söyledim. Çünkü, bu benim inancım.
Çok sayıda solcu ve sol liberal kanattan insanlar, aynı zamanda taz okuyucuları da o günlerde şaşırdılar: „Merkel’i iyi bulabilir miyiz?“ sorusunu sordular kendilerine. Ve taz’da konuyu kalple tematize eden bir başlık çıktı ortaya.
Az önce partilerin Hıristiyan-sosyal kökenleri üzerine konuştuk. Bu bağlamda benim cümlemdeki ifade; CDU’nun ilkelerinin yanısıra, bir çok insanın ve diğer siyasi partilerin ilkeleriyle uyuştu.
O zamanlar, sol kesimin size gösterdiği sempatiyi kendi muhafazakar görüşlerinizden ne kadar uzaklaştığınıza dair ciddi bir işaret olarak değerlendirdiniz mi?
Hayır. Birlik Partisi içinde de çok sayıda kişi, mültecilerin Macaristan’dan Almanya’ya gelmelerine onay verilmesini destekledi. Mülteciler önce trenlerle geldiler, daha sonra yaya olarak, zira Başbakan Orban bir anda onları seyahat imkanından mahrum bıraktı. Büyük görüş farklılıkları esas itibarıyla şu soruyla bağlantılı oldu: Durum nasıl devam edecek? Benim için olay belliydi: Böyle devam edemezdi, çünkü insan kaçakçıları mültecilerin sefaletinden para kazanıyordu. Bu nedenle bütün bir yaz kafa yorduktan sonra, eylül başından itibaren AB-Türkiye Anlaşması üzerine çalışmaya başladım. Bu fikir aylar boyunca dikkate alınmadı. Ben, dikkatli bir şekilde formüle ediyorum, anlaşma 2016’nın Mart ayında, ayın ortalarında imzalandığında, çok olumsuz değerlendirildi, hatta partilerüstü bir olumsuzluk söz konusuydu. Ne var ki, buna rağmen anlaşma olayı düzene sokmak ve yönlendirebilmek için, Ege Denizi’ndeki mülteci ölümlerine son verebilmek için tek yol idi.
Siz dostane yüzünüzü, katı ve sert yüzünüz ile değiştirdiniz. Sınırlı koruma sağlanan mültecilere, özellikle de Suriyeli mültecilere aile birleşiminin yasaklanması, ruh hastalarının sınır dışı edilebilecek olması, habersiz sınırdışı etme olasılığının bulunması ve Afganistan’a sınır dışı edilen insanlar. Bu ülke hala „sizin ülkeniz“ mi?
Evet, burası hala benim ülkem, çünkü biz Almanya’ya sığınma talebinde bulunan herkese bir dilekçe ile iltica başvurusu yapma şansını veriyoruz ve mültecilerin geldikleri ülkelerde göçün sebepleriyle mücadele ederek, oralarda daha iyi yaşama koşulları sağlamaya çalışıyoruz. Bununla birlikte bazı kuralların geçerli olduğunu da anlatmamız gerekiyor. Bu bağlamda, konuyla ilgili olarak Yeşiller’in programının pek berrak olmadığını söylemek isterim. Zor sorulara yanıt vermekten kaçınan bir program. Her geleni kabul ediyoruz demekle Afrika’ya yardımcı olunamaz. Konuya çok başka bir biçimde yaklaşmamız gerek: Kaçış ve göçün sebepleriyle mücadele etmek, göç edilen ülkelerde daha iyi yaşam koşullarının oluşmasına katkı sağlamak ve yeni perspektifler kazandırmak, insan tacirlerine alet olmak yerine göç için yasal yollar bulmak gerek. Bu nedenle bizim hümanist iltica hakkına sert kurallar da dahildir. Ayrıca geri dönüşler dostane bir yüzle bağdaştırılabilir.
Bu nasıl olacak? İnsanlar nasıl dostane bir yüzle sınır dışı edilebilir?
Şüphesiz bu, bir insanın gitmesi gereken çok zor bir yol ama bu yolda ona saygı gösterilebilir, insani hassasiyetle yaklaşılabilir. Milyonlarca insana, örneğin Afganistan’dan gelecek insanlara burada yeni bir memleket bulabileceklerine dair mesajlar göndermemeliyiz, ki ben bu insanların ekonomik sıkıntılarını da anlıyorum. Çok açık söylüyorum, bu tür konularda siyasi sorumluluğun ne kadar ağır olabileceğini hissediyorum. İnsanların bireysel kaderlerini görüyorum ama ben düzenlemek, yönlendirmek ve yasa dışı yolları teşvik etmemek için dikkatli davranmak zorundayım. Farklı davranmak kimseye bir şey kazandırmaz.
Afrika’dan söz ettiniz. Mültecileri orada tutabilmek için cani Sudan rejimi ile işbirliği yapıyorsunuz. Hatta Sudan’a AB 100 milyon Euro veriyor, Alman Uluslararası İşbirliği Topluluğu Sudanlı polisleri eğitiyor. Bu „sizin ülkeniz“mi, yani tüm dünyanın hor gördüğü diktatör ile işbirliği yapan bir ülke?
Almanya’da Afrika üzerine veya göç üzerine konuşulduğunda, genelde Libya’dan İtalya’ya gelen insanlar anlaşılıyor. Çok seyrek farkedilen bir durum var: Bu kıta içinde çok büyük iç göç hareketleri yaşanıyor. Biz tabii ki Sudan rejimini hiç bir şekilde meşrulaştırmıyoruz. Biz oradaki devlet başkanı El Beşir’i boykot edenler arasındayız. Buna rağmen, hangi konularda ve ne kadar kalkınma işbirliği yapmak anlamlıdır sorusu, oradaki devlet olabilme anlayışını yerleştirmek açısından gereklidir.
BM’in eski Sudan Araştırmacısı Jérôme Tubiana GIZ’nin böyle bir işbirliğine ortak olmasını „utanç verici“ bulduğunu söylüyor. Tubiana, bu tür eğitimlerde, hangi üniformayı giymiş olursa olsun, kimin haydut olduğu belli değildir diyor.
Bakın, Sudan Afrika Boynuzu'nda mültecilerin transit geçtikleri, geldikleri ve kabul edildikleri önemli bir ülkedir. Burada özellikle Güney Sudan ile Eritrea’dan gelen yaklaşık 400 bin mülteci sığınma imkanı bulmuştur. Sudan, Afrika Boynuzu’ndaki göç ile başa çıkabilmek için kilit unsur oluşturuyor. Biz, insan tacirlerine, insan kaçakçılığına, yasa dışı göçe karşı mücadele etmek istiyoruz. Bunu yapabilmek için de AB ve Birleşmiş Milletler’in dışında, mültecilerin yaşam koşullarını iyileştirmek, sınırların daha iyi korunabilmesi, geri dönüşler ve bilgilendirme kampanyaları için IOM gibi uluslararası organizasyonlar ile yakın işbirliğine gidiyoruz. Sınır yönetimi önlemleri, göç yönetiminin bir parçası olarak uygulanıyor. Burada hedef sınır yönetiminde görev alan memurların insan kaçakçılığı yapıldığını farkederek uluslararası standartlar dahilinde devlet veya sivil toplum kuruluşlarına iletmeleridir. Bunu yaparken kiminle çalıştığımızı çok dikkatli bir biçimde inceliyoruz.
Almanya’ya insanlar siyasi ve insani nedenlerden ötürü göç edebiliyorlar. İkinci bir kapı eksik. Merkel’in kuracağı dördüncü kabine bir Göç Yasası hazırlar mı?
Hükümet programımıza Almanya’da hiç bir iş kadrosunun açık kalmayacağına dair bir kural koyduk ve bu bağlamda ilk kez olarak da işgücüne bağlı bir Göç Yasası’nı kabul ettiğimizi açıkça belirttik. Mavi Kart gibi uygulamalar var zaten. Ancak bazı durumlarda oldukça karışık prosedürlere sahibiz.
„Almanya’ya göç mümkündür.“ – Bu cümle üst taraflarda, görülebilecek hiç bir yerde yazmıyor.
Almanya’ya göç bir realitedir. Avrupa’da iç pazarımız vardır ve serbest dolaşım hakkı her Avrupalı için geçerlidir. Hükümet programımızda göçe ihtiyaç duyduğumuzu açıkça ifade ediyoruz. Afrika ülkeleriyle, belli sayıda insanın burada okuyabilmesi veya çalışabilmesi için anlaşmalar imzalayabiliriz. Bu yöntemle göçe yasal yollar açabiliriz. Sadece yasa dışı göç istemiyoruz deyip, hiç bir öneride bulunmamak yanlış olur.
Yani siz „yararlı“ mülteci mi arıyorsunuz?
Yararlanmak kavramının insanlarla bağlantılı olarak kullanıldığında yanlış olduğunu düşünüyorum. Almanya’ya gelen mültecileri, savaşa ve siyasi takibata karşı korumak durumundayız. Ekonomik nedenlerle bize gelenler ise elbette bizim istediğimiz, örneğin hasta ve yaşlı bakıcısı gibi ihtiyaç duyduğumuz alanlarda çalışmak üzere gelecekler. Ama göç, göçmenler için de yeni şanslar yaratabilir, bir üniversite eğitimi veya bir iş imkanı vesilesiyle gelen göçmenler için burada tabiiki yeni fırsatlar çıkabilir.
Bizim için önemli olan bir soru daha. Meslektaşımız Deniz Yücel hala Türkiye’de tutuklu bulunuyor. Onun serbest bırakılması için niçin şimdiye kadar bir sonuç elde edemediniz?
Tüm olanaklarımızı onun için seferber ediyoruz. Ne yazık ki, çok komplike bir durumla karşı karşıyayız. Deniz Yücel çifte vatandaş ve bizim konsolosluk aracılığıyla değerlendirebileceğimiz pek fazla hizmet hakkımız yok. Buna rağmen olanaklar dahilinde yapabileceğimiz her şeyi yapıyoruz, öncelikle tabii Türk resmi yetkililerle temas halindeyiz. Meşale Tolu, Peter Steudtner ve diğer tutuklular için de endişeliyiz. Türkiye için seyahat talimatlarımızı değiştirdik. Ekonomik konularda daha sınırlayıcı bir yol izliyoruz. Tüm bunlar maalesef meslektaşınızın serbest bırakılmasını sağlayamadı ama onun serbest bırakılmasını istemekten daha büyük bir isteğim yok.
Angela Merkel'in Almanya'da yayın yapan taz gazetesiyle yayımlanan ilk röportajının kısaltılmış versiyonu. Uzun Almanca versiyonunu buradan okuyabilirsiniz.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!