piwik no script img

Göçmen akademisyenler anlatıyor„Almanya’da profesör Allah gibi“

Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan akademisyenler Nil Mutluer ve Latife Akyüz ile Alman akademisinin mufazakar yapısı ve güvencesiz çalışma koşullarını konuştuk.

Akyüz: „Akademisyenin kariyeri profesörün iki dudağının arasında“ Foto: dpa

„Bu Suça Ortak Olmayacağız“ başlıklı bildiriye imza atmalarının ardından Türkiye'de baskılara maruz kalan Barış İçin Akademisyenler grubu içerisinden önemli sayıda insan Türkiye’yi terk etmek ve akademik çalışmalarına yurt dışında devam etmek zorunda kalmıştı. Bu akademisyenlerin uğrak noktalarından biri Almanya oldu. Burada geçirdikleri üç yılı aşkın süre içerisinde “sürgün akademisyen“ kimlikleri ile Alman akademisini daha yakından tanıma fırsatı buldular.

Türkiyeli göçmen akademisyenlere göre, Alman akademisi çeşitlilik konusunda sıkıntılar yaşıyor. Ayrıca akademide rekabetçi düzeni dayatan neoliberal politikalar, güvencesiz çalışma koşullarına sıkışan akademisyenleri eleştirel düşünceden uzaklaştırıyor.

Alman akademisi çok steril“

İstanbul'da Nişantaşı Üniversitesi'ndeyken barış bildirisine imza atması sebebiyle işinden atılan Nil Mutluer, Humboldt Üniversitesi bünyesinde çoğulculuk, cinsiyet, etnisite, din ve milliyetçilik konuları üzerinde çalışıyor. Türkiye’den Almanya’ya göç eden ilk akademisyenlerden biri olan Mutluer, Almanya'daki akademinin çok steril olduğunu ve bu yapının eleştiri kaldırmadığını söylüyor:

„Politik gelişmeler hakkındaki bir panelde, tartıştığım bir profesör bana 'Üniversiteye politika giremez, çünkü objektif değil’ dedi. Halbuki sosyal bilimlerde objektiflik çok tartışmalı bir kavram.“

Mutluer'e göre Alman akademisi'nde „neoliberal projecilik hakim“. Fon verenlerin ihtiyacına göre bilgi üretildiğinden, Almanya'da akademinin bağımsız olduğunu iddia etmenin çok kolay olmadığını söyleyen Mutluer, bu sistemin aynı zamanda „içine kapalı ve muhafazakar“ olduğunu belirtiyor:

„Eğer Alman akademisyenlerin 'soft network’ dedikleri yumuşak ilişkilerin içinde eleştirel bir yerde duruyorsanız çok çabuk marjinalleşiyorsunuz. Ne kadar açık mekanizmalar kurulmuş olsa da bu yumuşak ilişkiler bir yanıyla kendi içine kapalı ve muhafazakar.“

“Türkiye’deki diktatörlüğü dinlemeyi çok seviyorlar“

Latife Akyüz Foto: Jürgen Lecher/dpa

Düzce Üniversitesi’nde çalışırken kendisini hedefe alan linç kampanyası sebebiyle üniversitesini, Düzce’yi ve ardından Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Latife Akyüz de Alman akademisini „tutucu“ olarak tanımlıyor. Akademik çalışmalarına Frankfurt'taki Goethe Üniversitesi'nde devam eden Akyüz bu tutuculuğun üniversitedeki ilişkilere de yansıdığını belirtiyor:

“Almanya’da profesör Allah gibi. Kariyerinin bir profesörün iki dudağının arasında olmasını normal buluyorlar. Akademik yaşamın değişik basamaklarında olan kişiler arasında aşılması çok zor bir hiyerarşi var.“ Akyüz, politika ile akademi arasında çizilen sınırı ise şöyle tarif ediyor:

“Alman akademisyenler, Türkiye’deki diktatörlüğü dinlemeyi çok seviyorlar. Ama Alman akademisindeki sendikalaşma ihtiyacını, güvencesizliğe karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini, AfD’nin (aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi) yükselişini konuşmaya başladığımızda 'Çok fazla politik’ cevabını alıyoruz. Çünkü politikaya bulaşınca akademik kalitenin düşeceğine inanıyorlar.“

Alman Rektörler Konferansı’nın 2017 verilerine göre, Almanya'da sınırlı sözleşmeyle, yani güvencesiz çalışan akademisyenlerin oranı yüzde 85'e varmış durumda. Geçici istihdamın kaldırılması için tepkilerini ortaya koyan akademisyen ve öğrenciler, 2 Mayıs 2019’da “Sınırlı sözleşme, hayal kırıklığıdır“ (Frist ist Frust) sloganıyla bir eylem düzenlediler ve topladıkları 15 bin imzayı Eğitim Bakanlığı’na sundular. 15 Ocak 2020’de de kalıcı istihdam için Almanya genelinde sekiz ilde benzer eylemler düzenlendi.

Güvencesiz çalışma koşulları, akademideki araştırmaları da değiştirmeye başladı. Uzun bir süredir çeşitli iş kollarındaki güvencesiz çalışma koşulları üzerine araştırmalar yapılırken, son birkaç yıldır araştırmalar akademideki güvencesiz ve esnek çalışma koşulları üzerine dönmüş durumda. Akademisyenlerin çalıştıkları konular kendi hayatlarındaki asli sorunlar ile örtüşmeye başlarken göçmen akademisyenler bunu daha yoğun bir şekilde deneyimliyor.

Akademik kariyerine devam edebilmek için yasa dışı yollarla Almanya’ya gelen Akyüz sınır ve kadın üzerine yaptığı doktora çalışmasına atıfta bulunarak “Kendi araştırmamın nesnesine dönüştüm“ diyor. Akyüz, sözlerini şöyle gerekçelendiriyor: “Bir sürü kadının hikayesini, hayat kavgasını dinledim. Sınırı geçmek, vizesiz kalmak, sınır dışı edilmek, iş bulamamak, sahte evlilikler… Ben de sınırı geçmek, yasal meseleler ile ilgilenmek zorunda kaldım. Bütün bunların insanın yaşamında neye dönüştüğünü gördüm.“

“Bunların sebebi yerleşmiş ırkçılık“

Göçmen akademisyenler tarafından altı çizilen sorunlar, Alman akademisyenlerin verdiği derslerde de tartışılıyor. Ancak bu sorunlar yetersiz fonlar gibi yapısal sorunlar sebebiyle çözülemiyor.

Almanya’da birkaç üniversitede ders vermekte olan Christine Preiser'ın başından geçen bir olay buna örnek teşkil ediyor: “Derste Trinh T. Minh-ha’nın 'Kadın, Yerli, Öteki’ adlı metnini tartışırken bir paragrafta 'beyaz erkeklerin sürekli öteki hakkında konuştuğunu ama hiç ötekiyle birlikte konuşmadıkları’ belirtiliyordu. Sonra bir öğrencim 'Peki ama şimdi bizim yaptığımız da tam olarak bu değil mi?’ diye sordu.

Ona doğru söylediğini ama ne sınıfın ne de Alman akademisinin toplumun çeşitliliğini yansıttığını, bunun da yerleşmiş ırkçılığın ve yapısal mekanizmaların bir sonucu olduğunu söyledim. Ardından derse bu konuyu anlatması için bir misafir akademisyen çağırmayı düşündüğümü ama bunun için yeterli fonumun olmadığını belirttim. Durum buyken birinin emeğinin karşılığını vermeden derse çağırıp mevcut mekanizmaları yeniden üretmek istemedim. Ama en azından normalde beyaz erkeklerin baskın olduğu bu alanda bir ders verirken kadınların ve ötekilerin metinlerini kullanmayı tercih ettim.“

Latife Akyüz ve Nil Mutluer, çoğulculuktan yana bir Alman akademisi için göçmenlerin bir şans olduğu düşünüyorlar. Örneğin, Akyüz ve arkadaşları geçici bursla gelen göçmenlerin eğitim sendikasına üye olamayacağını öğrenince tepki göstermiş. Ardından sendika düzenlemeye giderek bu kişilerin de üye olabilmelerini sağlamış.

Akyüz, Almanya'da göçmen bir sürü akademisyen olmasına rağmen sendikanın şimdiye kadar böyle bir düzenlemeye gitmeye gerek görmemiş olmasının altını çizerken Mutluer de değişime olan inancın gerekliliğini vurguluyor: “Umutsuzluğa düşmeden çoğulcu bir şekilde bir araya gelmek lazım. Sadece akademisyenler arasında kalmamalıyız, farklı örgütlenmelerle bir araya gelerek bir şeyler yapabiliriz“.

taz lesen kann jede:r

Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen

Mehr zum Thema

0 Kommentare

  • Noch keine Kommentare vorhanden.
    Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!