20 Ağustos'a kadar süre verildi: Suriyelilerin görünmez olma kaygısı
Temmuz ayında 2 bin 630 Suriyeli, kayıtlı olmadıkları gerekçesiyle geçici barınma merkezlerine gönderildi. İstanbul'da tezgahtar olarak çalışan Muhammed, polislere yakalanmamak için kendince yöntemler geliştiriyor.
Suriyeli Muhammed*, Fatih’in arka sokaklarından birinde bulunan, içi Arapça çocuk ve ders kitaplarıyla dolu dükkanın küçük odasından içeri giriyor. Kendisi, son günlerde göçmenlere yönelik operasyonlar nedeniyle tedirgin bir bekleyiş içinde olan yüzbinlerce kişiden biri. İki yıl önce, 19 yaşında iken çalışmak için İstanbul’a gelmiş. Bir an önce tezgahtar olarak çalıştığı işyerine geri dönmesi gerektiğini söylüyor. Geç kalma kaygısıyla hızlı hızlı konuşuyor: “Hasta ablam, savaşta ayağından yaralanan eniştem ve biri engelli üç yeğenimle birlikte yaşıyorum. Ailede tek çalışan benim. Geri dönemem. Ne şimdi, ne 20 Ağustos’tan sonra.“
22 Temmuz tarihinde İstanbul Valiliği tarafından yapılan “Düzensiz Göçle Mücadele“ başlıklı basın açıklamasıyla birlikte kolluk kuvvetlerinin göçmenlere karşı denetimleri arttı. Kaydı İstanbul dışında olanlara, 20 Ağustos’a kadar şehri terk etmeleri için süre verildi. İstanbul’da 547 bini Suriyeli, toplam 1 milyon 69 bin 860 göçmen kayıt altında yaşıyor. Son birkaç haftadır Tarlabaşı’nda dolmuşlar kontrol ediliyor; Beyoğlu’ndaki mekanlarda yapılan kimlik aramaları sıklaştı. İstanbul’da göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı semtlerde ev ve işyerlerine baskınlar yapıldı. İçişleri Bakanlığı’nın açıklamalarına göre Temmuz ayında yapılan operasyonlarda, İstanbul’a kayıtlı olmayan 6 bin 122 kişinin gözaltına alındı. Hiçbir ile kayıtlı olmadığı tespit edilen 2 bin 630 Suriyeli ise bakanlığın belirlediği illerdeki geçici barınma merkezlerine gönderildi.
Altı yıl önce annesi ve babasını Şam’da bırakarak Türkiye’ye gelen Muhammed’in ülkedeki ilk durağı Mersin, sonrasındaki ise Bursa olmuş. Kendisinden önce İstanbul’a gelen ve kaydı burada olan ablasına destek olmak için önce göçmen kayıt belgesini Bursa’da çıkartmış ardından İstanbul’un yolunu tutmuş. İki yıldır yaşadığı, çalıştığı ve içinde arkadaşlıklar kurduğu şehirden bir gün gitmesinin isteneceğini hiç düşünmemiş. Gününün büyük bir kısmı ev ve iş arasında geçen Muhammed, hayatının bu son gelişmeden sonra daha da dar bir alana sıkıştığını söylüyor.
En büyük şansının iş yerinin evine yakın olması olduğunu söyleyen Muhammed, emniyet güçlerine yakalanmamak için kendince yöntemler geliştirmiş. Sokakta polis gördüğünde hemen yolunu değiştiriyor, kendini güvende hissettiği mahallesinden dışarı adımını atmıyor. Acil bir durum nedeniyle mahalle dışına çıkmak durumunda kalması halinde ne yapacağı sorulduğunda, “Gitmem, gidemem“ diye cevap veriyor. Ara sıra arkadaşları ile eğlenmek için Taksim’e gittiği zamanlar ise şimdilik geride kalmış görünüyor.
Suriyelileri komşu istemeyenlerin oranında ciddi artış
2011 yılında Suriye’de iç savaşın başlamasından itibaren açık kapı politikası izleyen Türkiye’de halkın Suriyelilere bakışı, yıllar içinde ciddi bir değişim geçirdi. İlk başlarda toplum nezdinde “misafir“ olarak kabul edilen Suriyeliler, zaman içinde “istenmeyen komşulara“ dönüştü. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin 2014 yılında gerçekleştirdiği “Türkiye'deki Suriyeliler“ araştırmasına katılanların yüzde 72,2'si Suriyelileri, “zulümden kaçan insanlar, Türkiye’deki misafirlerimiz, din kardeşlerimiz“ olarak tanımlamıştı. KONDA’nın yakın zamanda yaptığı bir anket ise, Suriyelileri komşu olarak istemeyenlerin oranında ciddi bir artış olduğunu ortaya koydu. Suriyelilerle aynı mahallede yaşayacağını söyleyenlerin oranı 2016’da yüzde 57 iken 2019’da yüzde 31'e indi.
Bu dönüşümde en önemli etkenlerden biri, ülkedeki ekonomik krize Suriyelilerin neden olduğu algısı. Bu tepkilerde iktidarı eleştirmek isteyen siyasetçilerin kullandığı ayrımcı dil kadar Suriyelilerin devletten maaş aldıkları, hastanelerde sıra beklemeden tedavi edildikleri, sınavsız istedikleri üniversiteye kayıt yaptırdıkları gibi asılsız bilgilerin sosyal medya kanalıyla yayılması da oldukça etkili oldu. Devletten herhangi bir maddi yardım almadığını belirten Muhammed, veriliyorsa bile böyle bir yardımı almak için nereye başvurulması gerektiğini bilmediğini söylüyor.
Türkiye’de geçici koruma kapsamında bulunan 4.9 milyon göçmen var. Bunlardan 3 milyon 639 bini Suriyeli. Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürü Sadettin Akyıl’ın verdiği bilgilere göre ise çalışma izni olan Suriyelilerin sayısı sadece 82 bin. Çalışma izninin alınmasının oldukça zor olması nedeniyle Muhammed gibi pek çok Suriyelinin kayıt dışı çalışmak dışında bir seçeneği yok. Çalışma izni almak isteyen Suriyeliler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bireysel başvuru yaptıklarında ancak kayıtlı bulundukları illerde çalışmalarına olanak tanınıyor.
Suriyeli çalıştırmak isteyen işverenler de benzer şekilde başvuruda bulunabiliyor. İşverenlere Suriyelilerin sayısının, Türk vatandaşlarının sayısının yüzde 10’unu geçmemesi ve Suriyeli işçiye ödenecek miktarın, en az asgari ücret olması şartı koşuluyor. Bu maliyetlerden kaçınmak isteyen işverenler çalışma izni olmayan Suriyelileri, güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak kullanıyor. İçişleri Bakanlığı’nın yine Temmuz ayında kaçak göçmen çalıştıran işletmelere yüklü miktarda ceza kesileceğini açıklamasının ardından pek çok Suriyelinin işten çıkarıldığı haberleri medyaya yansıdı.
„Bu gerçek bir politika değil“
Suriyelilere yönelik tepkiler, nefret eylemlerini de beraberinde getirdi. Haziran 2018’de İzmir’in Bornova ilçesinde üç gün boyunca Suriyelilere yönelik saldırılar gerçekleşmiş, dükkanlar yağmalanmış, Suriyeli mülteciler zorla evlerinden çıkarılmaya çalışılmıştı. Bu yılın Haziran ayında ise İstanbul İkitelli’de bir çocuğun taciz edildiği iddiaları sonrası mahallelilerin sokağa dökülmesinde yine kulaktan kulağa yayılan ve sosyal medya aracılığıyla köpürtülen bilgiler etkili oldu. Halkın tepkisi, Arapça tabelaları olan ve Suriyelilere iş yerlerinin hedef alındığı şiddet eylemlerine dönüştü. Bu ve benzeri pek çok olay Suriyeli ailelerin ya sokağa çıkmamalarıyla, ya da yaşadıkları mahalleyi terk etmeleriyle sonuçlandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 2019 yılında şu ana kadar 43 bin göçmenin ülkelerine gönderildiğini, 7 bin kişinin de gönderilmeyi beklediğini söyledi.
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği Kurucu Başkanı Didem Danış, ekonomideki kötüleşmenin Suriyelilere yönelik tepkiyi artırdığını ifade ediyor. Yakın zamana kadar Türkiye'ye çalışma amaçlı gelen yabancılara “göz yumulduğunun“ altını çizen Danış, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kısa zaman öncesine kadar göçmenlerin ekonomiye sağladığı katkılara yönelik açıklamalar dahi yaptığını hatırlatıyor. Danış, bu operasyonların Suriyelileri İstanbul’dan atmaktan çok toplumdaki tepkiyi soğutmak için yapıldığını düşünüyor: “Bu gerçek bir politika değil. Yapılanla Suriyelileri korkutmak, evlerinden çıkmalarını engellemek, onları görünmez kılmak istiyorlar. Çünkü Türklerin tepkisinin bir sebebi de Suriyelilerin gündelik hayatta çok görünür olmaları.“
Hükümetin Suriyelileri siyasi bir araç olarak kullandığını söyleyen CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, hükümeti etkin bir entegrasyon politikası uygulamamakla eleştiriyor. Tanrıkulu’nun da işaret ettiği gibi hükümet, yıllar içinde pek çok kez Suriyelileri AB’ye karşı koz olarak kullanan açıklamalara imza attı. Yürütülen bu politikaların mağdurlarının Suriyeliler olduğunu vurgulayan Sezgin Tanrıkulu, operasyonların zamanlamasında 23 Haziran İstanbul seçimlerinin etkili olduğunu belirterek “Ak Parti, uygulanan açık kapı politikalarının ekonomik maliyetinin yanı sıra kendileri için bir siyasi maliyeti olduğunu düşündüğü için böyle bir uygulamaya girişti“ diyor.
İmamoğlu: „İktidar bizim sayemizde konuyu öncelik haline getirdi“
Halbuki bu uygulama, sadece AKP tarafından desteklenmedi. 23 Haziran seçimlerini kazanarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan CHP adayı Ekrem İmamoğlu, Nisan ayında yaptığı bir konuşmada,“Bir milyona yakın mülteci bulunduran bu kentte, Suriyeliler vatanlarına ne zaman ve nasıl gitmeliler, bu konuda öncü politikalar geliştireceğiz. Bu politikalar nezdinde, Türkiye’nin üst seviye politikasının oluşmasında yardımcı ve destek olacağız.“ ifadelerini kullanmıştı. Valiliğin verdiği kararın ardından geçtiğimiz günlerde de DW Türkçe’ye verdiği röportajda konuya değinen İmamoğlu, iktidarın kendileri sayesinde konuyu öncelik haline getirdiğini vurguladı. İstanbul'da yaşayan mültecilerin tüm insani sorunlarına sahip çıkmayı bir mesuliyet olarak gördüğünü söyleyen İmamoğlu aynı röportajda Valiliğin yaptığı uygulamanın bir gereklilik olduğunu da ifade etti: “Günün sonunda bu ülkedeki Suriyeli mülteciler, tekrar vatanlarına dönmeliler.“
Ancak sivil toplum kurulluşları, siyasilerin tavrına ve kamuoyundaki hakim kanaatlere rağmen Suriyeli göçmenlerin haklarına dikkat çeken adımlar atmaya çalışıyorlar. Bu çerçevede, ÖZGÜRDER, Mülteci Hakları Derneği, MAZLUMDER ve Hukukçular Derneği Suriyelilere karşı uygulanan politikaları protesto etmek amacıyla geçtiğimiz hafta için Fatih’teki Saraçhane Parkı’na toplanma çağrısı yaptı. Yapılan çağrı pek çok haber sitesinde “Suriyeliler sokağa çıkıyor“ şeklinde verildi. Sosyal medyanın da etkisiyle yayılan haber, eylemi hedef haline getirdi. Saat 17.00’de Saraçhane Parkı’nda bir araya gelen grup yoğun güvenlik önlemleriyle karşılaştı. Basın açıklamasının okunması sırasında bir başka grubun eylemcilere saldırmasıyla bir anda ortalık karıştı. Eylemcilerin “Yaşasın kardeşlik, kahrolsun ırkçılık“ sloganlarına, “Ne mutlu Türküm diyene, Türkiye Türklerindir“ sözleriyle karşılık verildi. Polisin biber gazı kullandığı olaylar sonrası saldırgan gruptan yedi kişi gözaltına alındı.
Muhammed’in ne Suriyelilerin geri gönderilmesine yönelik uygulamaları eleştiren basın açıklamalarından, ne de Saraçhane’deki saldırılardan haberi var. Öğrendiğinde kısa süreli bir şaşkınlık yaşasa da akabinde şu soruyu soruyor: “Biz ne yaptık?“ Başına bir şey gelirse kime başvuracağını bilmediği için endişesi daha da artan Muhammed’in tek istediği ailesi ile birlikte yaşamaya devam edebilmek. İş yerine daha fazla geç kalmamak için geldiği gibi koşar adım odadan çıkan Muhammed’i kitapçının sahibi Halid uyarıyor: “Sokağın ucunda bir polis arabası var.“ “Hangi sokakta gördün? Dönerken o yolu kullanmayayım“ diye soran Muhammed ardından işaret edilen sokağın tam tersi istikametine doğru yol alıyor.
*İsim redaksiyon tarafından değiştirilmiştir.
taz lesen kann jede:r
Als Genossenschaft gehören wir unseren Leser:innen. Und unser Journalismus ist nicht nur 100 % konzernfrei, sondern auch kostenfrei zugänglich. Texte, die es nicht allen recht machen und Stimmen, die man woanders nicht hört – immer aus Überzeugung und hier auf taz.de ohne Paywall. Unsere Leser:innen müssen nichts bezahlen, wissen aber, dass guter, kritischer Journalismus nicht aus dem Nichts entsteht. Dafür sind wir sehr dankbar. Damit wir auch morgen noch unseren Journalismus machen können, brauchen wir mehr Unterstützung. Unser nächstes Ziel: 40.000 – und mit Ihrer Beteiligung können wir es schaffen. Setzen Sie ein Zeichen für die taz und für die Zukunft unseres Journalismus. Mit nur 5,- Euro sind Sie dabei! Jetzt unterstützen
Starten Sie jetzt eine spannende Diskussion!